Türkiye’nin ‘gelmiş geçmiş en önemli davası’ olarak gündeme gelen Ergenekon davasının geldiği nokta, davanın takipçisi olan ve devlet suçlarıyla hesaplaşmak isteyen kişilerce dahi kaygıyla izleniyor. son olarak gazeteci Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın tutuklanmaları tepkilerin odağı oldu. Uzunca süredir, tutukluluk süresi ve davanın seyrine ilişkin oluşan hoşnutsuzluk sokağa taştı ve yüzlerce gazeteci eylem yaptı.
Ergenekon davasından ortaya çıkan devletin ‘kirli işler’ ajandaları derinlemesine araştırılmazken, Ergenekon iddianamelerine yansıyan düşünce biçimi kaygıları arttırmaya yetti. Tüm muhalif yapılanmaların birbiriyle hoyratça ilişkilendirildiği Ergenekon davasında polis imzası öylesine net görünüyor ki, mahkemelerin neden yapıldığı sorusu akla gelir oldu.
Ergenekon sürecini kapatmanın bir yoluydu bu. Ergenekon davasını kapatmak isteyen kim varsa dava sürecini bu hale getirerek, sürecin işini boşalttı. Ergenekon dava sürecini bir STV dizisi gibi algılayan yapılanmalar, ‘tutuklu yargılanma’ uygulamasını bir öç alma müsameresine dönüştürdüler. Dava başladığı gün Silivri’ye kitlesiyle giderek davanın derinleştirilmesini isteyen Kürt siyasal hareketi ve Ezilenlerin Sosyalist Partisi’yle dalga geçercesine, PKK ve MLKP’yi Ergenekon’la ilişkilendiren Savcılık, Fikir Kulüpleri Federasyonu’nun (FKF); Mahir Çayan ve Deniz Gezmiş’in isimlerini ‘şaibeli’ imasıyla anmaktan geri durmadı. Operasyonel medyasıyla hemen her duyumu, iddiayı, itirafçı sızdırmasını gündeme düşüren anlayış, yarattığı haber kirliliğiyle davanın seyrini başından etkiledi.
Kirli savaş çeteleri duruken, MGK dururken, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi dururken, halk düşmanı MHP’li ve BBP’li çeteler dururken, Kirli savaş Hükümetleri, Çillerler, Ağarlar dururken… Terör örgütü üyesi olan Nedim Şener ve Ahmet Şık oldu.
Son tutuklamaların ardından yaşanan bir gelişmeye de dikkat çekmek istiyoruz. Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alındıktan sonra bugün sabaha karşı tutuklanan gazeteci Ahmet Şık’ın avukatı Akın Atalay, savcı Zekeriya Öz’ün yaptığı son açıklamaların, gözaltı sürecindeki tutum ve sözleriyle tamamen çeliştiğini belirtiyor. ‘hassasiyetlerini bildiren Savcı Öz’ün aba altından gösterdiği ‘sopa’ gün gibi ortada.
Ahmet Şık ve Nedim Şener’ in de tutuklanması ile artık bu ülkede gazetecilik yapılamayacağını belirten Atalay, gözaltı sürecinde savcı Öz’ün kendisine “Ben bu son gözaltı ve aramalarda kaç kişi ile ve kimlerle ilgili yakalama ve arama istenildiğini bilmiyorum. Ahmet Bey’in de ismi var mı yok mu dikkat etmedim, biliyorsunuz emniyet bizden talep ediyor, biz de çoğu zaman olduğu gibi imzalayarak mahkemeye havale ediyoruz” dediğini aktardı. Türkiye’de yargının işleyişine dair ip uçları veren bu açıklamaları aktarıyoruz. Polis fezlekelerini aynen imzalayıp tutuklama çıkartan ve tutuklananların tüm itirazlarına kulak takayıp ‘tuttuklarını’ Cezaevine tıkan bu sistemin adının Adalet olmadığı çok açık.
Yıllardır Cezaevinde tutulan ESP‘li sosyalistler,KCK’den yargılanan belediye başkanları, Devrimci Karargah operasyonuna yamanan SDP’li, TÖP’lü ve DÖH’lü sosyalistler, henüz bu ay içinde tutuklanan Halk Cephesi üyesi devrimciler,Demokratik Halklar Federasyonu çalışanları… Liste uzuyor. Polis yazıyor. Savcı basıyor imzayı.
Ahmet Şık’ın, gözaltına alınışından sonra avukatlığını yapan Avukat Akın Atalay’ın açıklamasını meselenin anlaşılmasına katkı sunacağını düşünerek yayımlıyoruz./ Evren Barış Yavuz
i>“03 Mart 2011 Perşembe günü “Ergenekon terör örgütü üyeliği” suçlaması ile gözaltına alınanlar arasındaki gazeteci Ahmet Şık’ın, gözaltına alınışından bu sabah saatlerinde Metris cezaevine götürülene kadar geçen son 3 günlük süreçte avukatı olarak, bu süreci yaşadım.
i>Savcılık ve mahkeme huzurunda geçen her anın dolaysız, doğrudan tanığıyım. İfade tutanaklarına zorluklarla geçirebildiklerimiz dışında, asıl yaşanan gerçeklik, karşılıklı diyaloglardır.
i>Anlatacak çok şey var. Ama hepsi de dehşet verici, ürkütücüdür.
i>Sadece bir anekdot aktarayım:
i>Ben savcıya, Ahmet Şık’ın Ertuğrul Mavioğlu ile 2009 yılında yazdığı iki ciltlik Ergenekon kitabından sözettiğimde, haberi ve bilgisi olmadığını söyledi. Derhal dışarıdaki arkadaşlardan isteyip, odaya getirttik. Bir yandan sorulara devam ederken bir yandan da kitaba göz gezdirdi. Eğer çok iyi ve yetenekli bir aktör değilse, kitabı ilk kez gördüğüne ve duyduğuna kalıbımı basarım.
i>Sordum: “Gerçekten mi ilk kez duydunuz ve ve gördünüz?”
i>Yanıtladı: ” Evet”
i>Ve devamla şunları söyledi:
i>” Ya ben bu son gözaltı ve aramalarda kaç kişi ile ve kimlerle ilgili yakalama ve arama istenildiğini bilmiyorum. Ahmet Bey’in de ismi var mı yok mu dikkat etmedim, biliyorsunuz emniyet bizden talep ediyor, biz de çoğu zaman olduğu gibi imzalayarak mahkemeye havale ediyoruz.”
i>İşte, hükümetin yargının tasarrufudur dediği olayın aslı astarı budur…
i>Bugüne kadar, “soruşturmanın gizliliği” ilkesine hep uydum. Buna uymamın nedeni, sadece uymamanın bir suç olması ve yaptırıma bağlanması nedeniyle değildi. Ben, bu ilkenin konuluş amacının ve koruduğu hukuksal değerin doğruluğuna da inanıyorum.
i>Fakat gelinen noktada, bu ilke, konuluş amacının tümüyle zıddı bir bağlamda ve insanların onurunu, kişiliğini zedelemek, belirsiz ve çok uzun bir zamana yayılacağı belli olan yargılamadan önce, insanları suçlu olarak damgalamak ve peşin ceza çektirmek amacıyla kullanılıyor.
i>Masumiyet karinesi gereğince, haklara sahip olan bir şüphelinin haklarını korumak üzere hukuk düzeninde olan “soruşturmanın gizliliği” ilkesi yalnızca şüpheliye karşı gizliliğe dönüştü.
i>Somut olaya gelince, bugün soruşturma savcısı Zekeriya Öz’ün yazılı basın açıklaması benim açımdan bardağı taşıran son damla olmuştur.
i>12 saat önce ifade sırasında bizim yüzümüze karşı bambaşka beyanlarda bulunan savcı, basın açıklamasında ise eleştiri niteliğinde yazı yazan istisnasız herkesi muhatap alarak açıkça tehdit etmektedir.
i>Okumayanlar için savcı Zekeriya Öz’ün açıklamasının aşağıdaki bölümünü aynen aktarıyorum:
i>“Esasen Cumhuriyet Savcılığımızın hukuksal gereklilikler dışında herhangi amaç ve saikle hareket ettiğinin / edeceğinin kabulü ve kamuoyunun bu yönde asılsız değerlendirmelerle yönlendirilmeye çalışılması, büyük bir titizlik ve ciddiyetle yürüttüğümüz soruşturmaya zarar vereceği gibi adı geçen terör örgütünün hedef ve amaçlarına katkı sağlayacağı da açıktır. Bu istikametteki yayınlar tarafımızca özenle izlenmekte, hassasiyetle değerlendirilmektedir”
/p>
i>Bilmeyenler için anımsatayım, şu anda Ergenekon davalarında yargılananlar arasında, “örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüte yardım ve yataklık etmekle suçlanan kişiler de var.
i>Bugüne kadar, bu ülkenin geçmişindeki örtülü ya da açık bütün darbelerle, darbe teşebbüsleriyle ve askeri muhtıralarla hesaplaşılmasının önemine ve gereğine inanan ve Ergenekon soruşturmasını bunun için tarihi bir fırsat olarak gören birçok kişi, bu soruşturmanın bu amaçla uyumlu olmayan yönlerine ilişkin kaygı ve kuşkularını hep bilinçlerinin bir köşesinde nadasa bırakmayı tercih etmişlerdi.
i>Ama artık, bardağı taşıran son gözaltı ve tutuklamalar nedeniyle, soruşturmanın bambaşka yerlere doğru evrilmekte olduğunu görmenin rahatsızlığı ile bu kaygılarını gündeme getirmeleri üzerine, soruşturma makamının adeta “ öyleyse siz de Ergenekoncusunuz, bak gereğini yaparım ha!” olarak okunabilecek açıklamasına muhatap oldular.
i>Dolaysız ve doğrudan tanık olarak söylüyorum. Ahmet Şık ve Nedim Şener’ in de tutuklanması ile artık bu ülkede gazetecilik yapılamaz. Tutuklananlar Ahmet ve Nedim değil, onların şahsında gazetecilik mesleğidir.
i>Bu karardan sonra, artık geriye dönüş yoktur. Şu andan itibaren benim açımdan “Ergenekon” zihniyeti ile siyasi, toplumsal arenada siyasi mücadele hakkım baki kalmak üzere, hukuksal alandaki mücadele pratiği tümüyle bitmiştir.
i>Davanın ilk başladığı andan bugüne kadar, birçok eleştiriye karşın bugüne kadar süren davadaki müdahil avukatlık statümün de sonlandırılması için, artık bu davaya inancım ve yargılama makamlarına güvenim kalmadığı için istifa edeceğimi, bu yargılamada bundan sonra, (elbette tercih ettiğim şüpheliler bağlamında) müdafi olarak görev yapmak durumunda olduğumu belirteceğim.
i>Yaşanan tüm hukuksuzlukları, gücümün yettiğince ulusal ve uluslar arası platformlarda dile getireceğimi belirtiyorum.
i>ARTIK EMİNİM, ERGENEKON DENİLEN DAVA BİR DARBE TEŞEBBÜSÜ DAVASI DEĞİLDİR.
i>Toplumun bu konudaki hassasiyet ve duyarlılığı kullanılarak, muhaliflerin aşama aşama cezalandırıldığı bir yargı pratiğidir.
i>Bu iletiyi, biraz da öfkem ve duyarlılığım zirvede iken yapıyor ve sizlerle paylaşıyorum…”