Gezi direnişi ilk başladığında, resmi şiddet büyük bir kitlesel itiraza neden oldu. Sosyal medyanın aktif kullanımı ile gözler lise, üniversite yaşındaki gençlere döndü. Gerçekten de eylemi ilk başlatan çevrecilerin şortlu, terlikli görüntüleri bunu doğruluyordu.
Paylaşılan ilk şiddet görüntüleri de, özgüveni yüksek ve ilk kez böyle bir müdahaleyle karşılaşmış insanları görüntülüyordu: Polise, “sen ne yaptığını sanıyorsun, bunu bana nasıl yaparsın” gibi çıkışlar, polis müdahalesine alışmış insanların verdiği tepkiler değildi.
Polis şiddetine karşı çıkış/çatışma anlarında ise bu insanlar yalnız bırakılmadı. Aslında barış sürecinin sağladığı zeminde yıllardır susmuş her kesim aktı alanlara. Başlangıç talebi kimsenin itiraz edemeyeceği kimsenin ötekileşemeyeceği bir konuydu, ağaçlar. Ama tepki, bu masum itiraza uygulanan şiddeti baz aldı.
İşi olmayanlar ya da free-lancer çalışanlar bilgisayar başından kalkıp koştu, çalışanlar mesai sonunda geldi. Siyasi yapılar ise yıllar sonra ilk kez toplumsallaşabilecekleri bir direniş ortamına katıldılar.
Erdoğan Fas’tan dönünce, tatil bitti. Taksim’in kurtarılmış bölge olmasıyla yaşanan metropol içi özgür yaz akşamlarının sonu göründü. Salı sabahı polisin meydana girişiyle birlikte, iki ihtimal vardı. a) gezinin kök çevrecileri/gençleri ve barikatları üstlenen siyasi yapılar bir haftadır süren propaganda ve otorite korkusu sonucunda yalnızlaşacak, ya da b) işler iyice bir toplumsal kalkışmaya dönüşecekti.
Olay (b) şıkkına ilerledi ve muhtemelen (b) şıkkını hayata geçiren herkes işlerin (a)’ya varmasından endişeleniyordu. Böylece korku sınırının aşıldığı söylenebilir. Salı günü devlet, göz korkutmak, direnişi yıpratmak için dünyanın gözü önünde yapabileceği her şeyi yaptı. On binlerce sivilin yığıldığı bir meydanı gazla doldurdu. Kapsüllerle kör etti, kafa kırdı. Yetmedi, televizyonlara çıkıp orada olanların can güvenliği yoktur diyerek halk arasında panik yaratmaya çalıştı. Plastik mermi kullandı, onlarca ajanıyla insanları provoke etmeye çalıştı. Televizyonlardan dezenformasyon yaptı. Sonuç, her defasında insanlar bumerang gibi geri döndü.
Bugün başbakanın direnişle doğrudan ilişkisi olmayan bir takım isimleri davet etmesiyle sahnelenen “körler sağırlar birbirini ağırlar komedisi” sonrası ise, insanlar işten çıkıp yine alanı doldurdu.
Hükümet tarafından gün boyu yapılan açıklamalar “gençleri anlamak” üzerine kuruluyor. Direniş başladığından beri bilmem kaçıncı kez devlet tarafından etiketlenmeye çalışılıyor. Y kuşağı dendi, sonra CHP tabanı dendi, sonra marjinal gruplar dendi, şimdi tekrar gençlere dönüldü. Tüm bunlar için psikolojik taktikler geliştirildi ve direniş bu taktikleri, stratejik olarak değil ancak doğası gereği boşa çıkardı. Çünkü bu direniş tek bir somut sebebe, dolayısıyla tek bir bakış açısına indirgenemiyor. Bununla birlikte kendi sebebinde ısrar etmek isteyen, yanındakinin sebebine sahip çıkmayı öğrenerek gelişiyor.
Çok uzadı, sadede geleyim. Gençleri anlamaya çalışarak çözülebilecek bir sorunu aştık çoktan. Gençlerin yanı sıra tüm kesimleri özellikle orta sınıfı anlamak gerekiyor. Şu an insanların yaşı otuzlarını, kırklarını geçmiş olsa da, ilk kez babasına karşı çıkan ve bu uğurda sesini yükseltip, kapıyı çarpmaya hazır olan ergenlere benziyorlar. Çünkü yıllardır süren savaş ortamında, toplumun dışına itilmemek, elindekileri yitirmemek için hep susmak zorunda kalmışlar.
Gündüz parkta yatanlar olmazsa, akşam iş çıkışı insanlar o parka gelmez. Akşam işten çıkanlar gelmez ise, gündüz insanlar o parkta yatamaz. Meşhur marjinal gruplar olmazsa, diğerleri direkt kendine yönelecek şiddeti kaldıramaz. Elli metre arkalarında onbinlerce kişi olduğunu bilmese, çatışanlar bu kadar rahat çatışamaz (zaten buna polis de izin vermez, şimdi uzaktan yaralıyor ise, o durumda köklerini kurutacak kadar şiddet uygular açık alanda).
Velhasıl, devletin ve aslen başbakanın bu çeşitliliğin en temel bileşenine yanıt oluşturması gerekiyor. Bu da demokrasi yönünde adımlar atmasından başka bir şey değil. Çünkü bir eylemcinin yazdığı gibi, “mesele üç beş ağaç değil, bir odun” şu anda.
NOT: Bu yazıyı 12 Haziran Çarşamba gecesi kaleme almıştım. Arada parkta fazla vakit geçirdiğim için yayınlamakta geciktim. Dolayısıyla bir kaç günlük güncelleme ihtiyacı duyuyorum.
Son gelişmeler malum, başbakan doğrudan çağrıda bulunmamışı oynasa da, Gezi parkı direnişini temsil edebilecek adresle, Taksim Dayanışması ile görüştü sonunda. Toplantıdan çıkan sonuçlar, Taksim Dayanışması’nın talepleri, karşılığında ortaya sürülen halk oylaması önerisi ortada. Fakat “gençler” söylemi devam ediyor. Hükümet’ten “Gençler mesajı aldık, artık evlerinize dönebilirsiniz.” Ya da Cumhurbaşkanından “artık aklıselim hâkimdir, evlerinize dönebilirsiniz” tarzı sözler duyuyoruz. Bu, hâlâ hem muhataplarını önemsizleştirme, hem de muhataplarının çeşitliliğini yani muhalefetin büyüklüğünü yok sayma taktiği.
Yazanın seslenişi: Sayın başbakan, sayın cumhurbaşkanı, sayın diğer bakanlar ve muhterem zat, görünen o ki artık ne gençler, ne de kendini genç hissedenler somut taleplerine dönük somut adımları görmedikçe bedenleri eve dönse bile ruhen direnmekten vazgeçmiyorlar. Ve merak etmeyin sizin bilmediğiniz, muhtemelen tahayyül bile edemeyeceğiniz yeni yöntemler bularak taleplerini takip edecekler. Çünkü karşınızdaki sadece gençler değil, genç bir muhalefet yapma biçimi. Bileşenlerinin giderek daha fazla bileşmesiyle güçleniyor, sizin sık kullandığınız deyişle “kervan yolda düzülüyor”. Şimdiye dek marjinal gruplarla mücadele etmeye alışmışsınız, eski taktikler orijinallere karşı işlemiyor.