Başbakan Erdoğan çözüm konusunda samimi mi, yoksa silah bıraktırma üzerinden kendi “barışı”nı mı dayatıyor? Soruların yanıtı, Paris suikastıyla doğrudan ilgili. Oysa bir hafta sonra bir ayını dolduracak olan cinayetler aydınlatılmak bir yana, giderek karartılmaya ve süreçle ilgisi koparılmaya çalışılıyor. AKP ve AKP yanlısı medya, cinayetlerin tek tutuklu sanığı Ömer Güney’e ilişkin ortaya çıkan bilgileri, kısık sesle de olsa, PKK’nin üzerine yıkma gayretinden vazgeçmiyor.
Gazeteci Cevdet Aşkın, cinayetlerin, PKK’nin zayıflatılması operasyonu olduğunu vurgulayarak, Fransız istihbaratının bilgisi olmadan bu cinayetlerin işlenmesinin mümkün olmadığının altını çiziyor. Aşkın’a göre AKP, İmralı süreci ile çözümü değil, silah bıraktırmayı istişare ediyor ve AKP’nin entegre stratejisi, Kürt hareketinin tasfiyesini hedefliyor. Cevdet Aşkın’la Paris suikastlarını merkeze alarak, AKP’nin barışını konuştuk.
Paris cinayetlerinin hedefine ve zamanlamasına ilişkin değerlendirmeler ağırlıkla cinayetlerin “Kürt sorununun çözümünü” hedeflediği yönünde oldu. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Süreci tarif etmenize bağlı olarak yorum yapabilirsiniz. İmralı’daki süreç eğer Kürt sorununun çözüm süreci idiyse, tabii ki bu bir sabotaj eylemiydi. Ama süreç, Kürt sorununun çözümü değil de, PKK’nın silahlarının bıraktırılması süreci ise o zaman Paris’teki cinayetler, Beşir Atalay’ın tam da aynı dönemde zikrettiği ‘entegre strateji’nin bir parçası olarak değerlendirilebilir. Çünkü İmralı’da Kürt sorununun çözümü ile ilgili bir sürecin işlediğine dair işaretleri ben göremiyorum. Buna karşılık, silahların bıraktırılmasına dair bir sürecin işlediğine dair çok güçlü emareler var. Cinayetlerin işlendiği sıralarda Kandil’e ağır bir bombardıman yapıldı. Karayılan daha sonra, bu bombardımanla KCK yönetim kadrosunun hedeflendiğini söyledi. Yani Paris’teki siyasi cinayetler, Kandil’de KCK yöneticilerine bombardıman yapılması, bunlar birbirini bütünleyen şeyler. Zaten devletin PKK’ya karşı bir mücadelesi var. Dolayısıyla devletin, düşman olarak gördüğü kesimi fırsatını bulduğu zaman ortadan kaldırmaya yöneleceği çok açık.
Taha Kıvanç takma adıyla yazan Fehmi Koru, Fransa hükümetinin cinayetleri çözmede neden geciktiği konusunda geçtiğimiz günlerde özetle şunları yazdı: “ABD’nin PKK ile mücadele için önerdiği Ladin taktiğine Türkiye nihayet başvurdu. Fransa’nın bu cinayetleri çözüp çözmemesi, Hollande yönetiminin Türkiye’nin bu yönteme başvurmasına desteği veya karşı çıkışı anlamına gelecek.” Özgür Gündem Gazetesi yazarı Veysi Sarısözen de bunun bir itiraf olduğunu söyledi. Siz ne dersiniz?
Sorduğunuz sorudaki argüman, Fransız istihbaratının bu işten hiç haberdar olmadığını varsayıyor. Ama ben ortak bir operasyon olarak görüyorum bu cinayetleri. Dolayısıyla cinayetin ortaya çıkarılması diye bir şey zaten söz konusu olmayacak. Şu noktanın gözden kaçırılmaması gerekiyor; Avrupa’daki ülkelerin istihbarat teşkilatları, güçlü teşkilatlar. Ve bütün dünyada istihbarat teşkilatları birbirleriyle işbirliği halinde faaliyet gösterirler. Yani siz Fransa’da bu tür bir operasyon yapacaksanız, Fransa istihbaratının haberi olmadan bunu katiyen yapamazsınız.
Dolayısıyla bir anlaşmaya zaten varılmıştı ve Fransa, cinayetlerin işlenmesiyle pozisyonunu belli etmişti.
Tabii.
Peki, Fransa’nın bu işbirliğinden çıkarı ne? Şüphesiz Suriye önceliklidir ama Fransa’nın Mali operasyonuna karşı Türkiye’nin en azından köstek olmamasını istediği de yazılıp çiziliyor.
Bu Mali’ye kadar varır mı varmaz mı? Mali, Türkiye’nin çok fazla çıkarının olduğu bir yer değil ama Ortadoğu, Suriye üzerindeki çıkarı çok yüksek. Dolayısıyla Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyindeki oluşumu kontrol altına alma, sulandırma ve kendine uygun bir yapıya dönüştürme sürecinde Fransa ile işbirliği yapması çok normal. Bazı yeni çıkan işaretler, bunun doğruluğunu bize gösteriyor. En son Serekaniye denilen bölgedeki çatışmalarda bir Fransız ambulansını ele geçirdiler, plakayı da basında yayınladılar. Bundan, Fransa’nın büyük ölçüde Türkiye üzerinden Serekaniye’ye gönderilen silahlı grupların arkasında olduğu ortaya çıkıyor. Biraz daha ileri gittiğimizde, Türkiye ile Fransa’nın Suriye üzerinden bir paslaşma içinde olduğunu söyleyebiliriz. Böylesi bir konjonktür, Türkiye’nin Fransa’da bir operasyon yapmasına imkan verecek bir ortam yaratıyor. Bu belki daha evvelden olmayabilirdi.
Zaten Beşir Atalay’ın “ İlk kez bir entegre stratejisi imkanı yakalandı” sözlerinin, sadece MİT’le, polis teşkilatı arasındaki geçmişte yaşanan uyumsuzlukların ortadan kaldırıldığını değil, aynı zamanda muhtemelen Avrupa devletleri ile bu yönde varılan mutabakatı da yansıttığını düşünüyorum.
Devlet hasım olarak gördüğü kesimleri tasfiye etmek için operasyonları yurtdışında da yapar. Bunlar o ülkelerin yasalarına uygundur, değildir meselesi ayrı bir şey ama zaten istihbarat örgütleri bunun için var.
Süreci Kürt sorunun çözüm süreci olarak gören kesimler, bu işi bir sabotaj olarak görmeyi tercih ediyorlar. Bu kendileri açısından rahatlatıcı bir şey oluyor çünkü öbür türlü, süreci PKK’nın tasfiyesi olarak görecekler, bu da onların işine gelmiyor. Kürt hareketi bu algının dışında ama değil mi?
BDP, DTK, PKK ekseninde yer alan güçlerin bu sürecin niteliğini tam olarak algıladıklarına eminim. Zaten açıklamaları da onu gösteriyor. Peki, süreci niye devam ettiriyorlar? İşte bu da bir siyaset. Yani karşı taraf size Kürt sorununun çözümü için diyelim ki silahların susturulması için yaklaşır, siz de onun bu hamlesini, bazı taktik manevralarla Kürt sorununun çözümüne evrimlendirmeyi kendinize görev biçersiniz. Dolayısıyla Kürt tarafının bütün açıklamaları da buna yönelik.
ÖMER GÜNEY’İN BİR CİNAYETE KURBAN GİTMESİ ŞAŞIRTICI OLMAZ
“Ömer Güney ismi açıklandığında örgüt içi hesaplaşma tezi çökmüştür” diyorsunuz. Neden?
Örgüt içi infaz esprisi iki açıdan çökmüştür. Birincisi, Ömer Güney’in kişiliği açısından çökmüştür. Bu örgütün tarihinde kendi içlerinde bazı tasfiyeler yaşandığını biliriz, diyelim Sakine Cansız yönetime karşı bayrak açmış biriydi, ortadan kaldırıldı. Bunun arkasında adamlar vardır, ortalığı ayağa kaldırırlar, bunlar nerede? Böyle bir şey olmaz. Sürecin PKK açısından hassas olması nedeniyle de farklı ses çıkmaz. Bu dönemde bu tür örgütlerde merkezi yapıya başkaldıran kişilerin arkasında götüreceği adam olmaz. Ömer Güney kullanılan bir figürdür, tetiği çeken bence o değildir. Mahkemeye sevk edildiği dosya delil anlamında çok zayıf, tetiği çektiğine dair dahi bir ifade yok, bu durumda Güney’in intihar görünümlü bir cinayete kurban gitmesi bile şaşırtıcı olmaz.
Yani Ömer Güney susturulacak?
Bu işin arkasında olan güçler onu susturmak isteyebilir çünkü bu operasyondan belki haberi de yoktu. O anlamıyla tezgâha getirilme duygusunda olabilir. Bu tür insanlar güvence verilmediği takdirde mutlaka konuşurlar. O nedenle hayatının tehlikede olduğunu düşünüyorum.
Ömer Güney ismi ve ilişkileri açığa çıkınca, AKP cephesinden örgüt içi infaz tezi daha az dillendirilir oldu. Şu günlerde Güney’in Ankara ziyaretlerinden bir şeyler çıkarılmaya çalışılıyor ama veriler nedeniyle etkili olamıyor. Örgüt içi infaz açıklaması biraz acemice mi oldu, ne dersiniz?
Bakın, her eylemin PKK’nın zayıflatılmasına, PKK ve onun etrafındaki güçlerin kafalarını karıştırmaya yönelik olarak kurgulanması gerekiyor. Hükümetin organları, istihbaratı, özel harbi bunun için çalışır. Psikolojik harptir bu. Herkesin kafasında mümkün olduğunca karışıklık yaratmanız gerekiyor ki odaklanma hallerini, biraz engelleyebilesiniz.
Yani aslında Kürt sorununun çözülmesini değil tasfiyesini hedeflerken, tersi algıyı yaratması gibi. Peki devlet böyle yaparak nasıl bir kazanım sağlar?
O kadar çok şey kazanır ki, dağa çıkacak adamın bile çıkışını engeller. İkincisi, kamuoyunda “sorun çözen hükümet” izlenimi yaratır. Kürt oyların kendisine akacağını düşünür. Yani “Biz çözümü istedik ama PKK masayı devirdi” falan gibi şeyler söyleyerek. Artı silahların patlamasına ne kadar engel olursanız, o kadar fayda sağlarsınız. En azından iç kamuoyu açısından. Bundan, bu olayın taraf olmayan insanları da rahatlar. Yani neticede anneler gözyaşı da dökmez. Dolayısıyla Kürt sorununu çözüyormuş gibi yaklaşıp, aslında PKK’yı tasfiye etme yöneliminizin olması abes bir durum değildir hükümet açısından. Bu durumda ortaya atılan haberlerin, dezenformasyonun kalitesi de çok önemli değildir.
Neden değil?
Çünkü haftada bir tane gazete okuyan insanın kafasında örgüt içi infaz lafı kalır. Toplumumuzun enformasyona fazla açık yönü yok. Dolayısıyla zayıf bir dezenformasyon da yapsanız amacınıza ulaşabilirsiniz. Meseleyi çok yakından takip edenler oradaki defoyu fark edebilir ama nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturan ve medyaya ulaşımları sınırlı olan, alternatif medya kaynaklarına hayatlarında hiç ulaşmamış olan insanlar açısından baktığınızda bence bu işi görmeye yeterli bir dezenformasyondur. Dolayısıyla dezenformasyonun daha sağlam kurulmasına ihtiyaç olmuyor. Bu tür haberler genellikle içine bir tane doğru unsur koyup, mesela üç tane doğru olmayan unsur koyarak servis ediliyor. En etkili dezenformasyon tarzı da odur. Çünkü doğru unsur kafaları karıştırır, diğer unsurlar bunun sayesinde etkisini arttırır. Ömer Güney’e geldiğimizde, evet eskisi gibi bunu çok dillendirmiyorlar ama çöken argümanı yeniden canlandırmak için son zamanlarda çıkan haberlere bakın. “Güney, Ankara’ya geldi”, “Ankara’da PKK’lılarla görüştü” vs. Ankara’ya geldiği vaka olabilir ama PKK ile görüşmek için Ankara’ya niye gelsin? Avrupa PKK’lı kaynıyor. Yani daha az dikkat çekerek bunu yapabilirsin, neden Türkiye’ye geliyorsun? Kaldığı otel, masraflar… Adamın doğru dürüst bir işi yok, birileri tarafından finanse edildiği çok açık. Diyelim örgüt finanse etti ama niye getirsin Ankara’ya. Avrupa’da sınırlardan geçiş bile sorun değil.
'HÜKÜMET PKK'NIN TASFİYESİ İÇİN CEMAATLE ANLAŞTI'
Devlet içindeki Gladio, Ergenekon türü kontra yapılanmalara gelirsek, Murat Karayılan suikastların arkasında Yeşil Ergenekon’un olduğunu söyledi. Yeşil Ergenekon derken ne kastediliyor ve bu cinayetlerdeki rolü nedir?
Yeşil Ergenekon, algıladığım kadarıyla Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran kadronun AKP döneminde tasfiye edildiği, bunun yerine MİT ve emniyetin içerisine cemaat kanadının veya hükümete yakın kesimlerin yerleştirildiği, dolayısıyla geçmişte derin devlet veya Ergenekon adıyla yürütülen operasyonların, şimdi bu kesim tarafından yapıldığı iddiasıdır. Burada şu önemli, “Özal, Kürt sorununu çözme gibi yaklaşım içine girdiği zaman ortadan kaldırıldı” iddiası var, değil mi? Niye, çünkü bu Ergenekon’un hesabına tersti.
Şimdi ters değil mi?
Şimdi hükümetin çizgisiyle, varsayalım ki Yeşil Ergenekon’un çizgisi arasında bir fark yok. Çünkü bir fark bir çelişkiye yol açabilir. Ama burada birbiriyle aynı karakterde olduğu gözleniyor. O da nedir, PKK’nın tasfiye edilmesi hedefidir.
Dolayısıyla çelişen bir şey olmadığı sürece derin devlet yapısının yeşil veya sarı olması fark etmiyor?
Etmiyor. Bakın orada enteresan bir şey var. Fethullah Gülen, İmralı görüşmelerine ilişkin hükümeti destekleyen bir açıklama yaptı. Önemli bir açıklamaydı çünkü o açıklama, polis teşkilatı içerisinde MİT’e karşı yapılan operasyonların artık olmayacağının garantisiydi.
Cemaatle varılan bu uzlaşma neyin karşılığında olmuştur?
Bunun arkasında muhtemelen seçimlerdeki adaylarla ilgili bir şey olabilir. Tabii Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkma projesi var, onun yerine gelecek kişi, güç dağılımı önemli.
Tabloya bakarak şunu söyleyebilir miyiz? Kürt sorununun çözümü değil ama Kürt hareketinin tasfiyesi meselesinde, ön aşama olarak da silahların bıraktırılmasında, cemaat dâhil olmak üzere asker vs. bütün taraflar arasında şimdiye kadar görülmemiş bir uzlaşma söz konusu…
Bence öyle. Atalay’ın sözleri çok güvenli sözler çünkü. Hükümet açısından iyi bir konjonktür yakalanmış, bu çok açık. Yurtdışı için de öyle.
ESAS AKTÖR FRANSA
Avrupa istihbaratlarıyla yapılan işbirliğine işaret ettiniz. Peki, Amerika bu suikastların neresinde duruyor?
PKK ile mücadele konusunda Amerika farklı düşünmüyor Türkiye’den. Türkiye’ye tam destek veriyor. Dolayısıyla Amerika bu işin direk arkasında olmayabilir ama bilgisi dâhilindedir.
Yapılan değerlendirmelerde ABD’nin dillendirilmemesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ama olay Fransa’da, bu işin arkasında ABD var derseniz çok fazla art niyetle hareket etmiş olursunuz?
Neden? Arkasında değilse de, onayı dışında olabilir mi?
Fransa çok güçlü bir emperyal ülke. Belçika olsa hadi neyse ama Fransa bu. Fransa’nın ABD tarafından bir enstrüman gibi kullanıldığını ima edersiniz, bu o kadar kolay olacak bir iş değil. Amerika evet, PKK ile mücadeleye destek veriyor ama Fransa’nın buna kendi iradesiyle yol verdiğine çok eminim. Çünkü Fransa’nın onayı, bilgisi olmadan böyle bir suikast yapılamaz. Bunu PKK içindeki unsurlar dahi yapamaz.
AKP GÜNEY KÜRDİSTAN’I HAZMEDEMİYOR
AKP’yi Abdullah Öcalan’la görüşmeye iten esas etken nedir? Seçim süreci mi, Suriye’de Kürt bölgesinin oluşmaya başlaması mı?
Hem iç hem dış nedenler var. İç nedenler, Çankaya’ya çıkış ve yerel seçimler. Dış neden olarak en etkilisi Suriye’nin içinde bulunduğu durum tabii ki. PYD’nin tabiri caizse işi götürmesi, Ankara açısından hazmedilecek gibi görünmüyor. Hükümet bu süreci mümkün olduğunca kendisi açısından kabul edilebilir bir düzeye indirmek istiyor.
Nedir o kabul edilebilme düzeyi?
İki silahları var. Birincisi Barzani üzerinden, Barzani ile PYD’nin siyasal farklılıklarından yararlanarak oraya bir sıkıştırma yapmak isterler ve o kesimin desteğini arttırmaya çalışabilirler. İkincisi, silahlı grupları sınırdan içeri sokarak oradaki Kürt oluşumunun fiziken ayakları üstünde durmasını engellemeye çalışırlar ki yapılan odur. Suriye’nin petrol yataklarının dörtte birinin o bölgede olduğu söyleniyor. Dolayısıyla buna Fransa da ilgilidir, herkes de ilgilidir.
KÜRT SORUNU ÇÖZÜLMEDEN PKK SİLAH BIRAKMAZ
İmralı süreci şu günlerde, adaya kimin gideceği, ne zaman gideceği veya ziyaretin ötelendiği/geciktirildiği tartışmaları üzerinden yürüyor. AKP bu ziyaretleri neden geciktiriyor?
Mesele şu, devlet mümkün olduğunca İmralı’da görüşme oluyor ve görüşmeler devam ediyor algısını sürdürmek istiyor. Çünkü o devam ettiği sürece PKK’nın silahlı aksiyona geçme imkânını öteler. Hatırlayın, aylarca hem PKK, hem BDP, bütün mücadelelerini İmralı’nın muhatap alınmasına odaklamıştı. Şimdi muhatap alındı. Bu süreç öyle veya böyle devam ediyorken, PKK’nın harekete geçme ihtimali zayıflıyor. Daha doğrusu devlet, İmralı ile görüşme yapıyormuş gibi hareket ederek, o süreci mümkün olduğunca uzatarak, PKK’nın 2013’e ilişkin planlarını bozmaya çalışıyor. Zübeyir Aydar hafta başında Birgün gazetesine verdiği röportajda “bu iş Newroz’a kadar tamamlanabilir” dedi. Neden bunu söylüyor? Çünkü Newroz kışın bitişi, baharın başlangıcı ve coğrafyada PKK’nın askeri olarak aktif hale gelmeye başladığı bir dönüm.
“Niyetiniz varsa bu tarihe kadar yapacaksınız” demeye getiriyor. Yani örgüt görüşmeleri tolere edebileceği süreyi aslında göstermeye çalışıyor. Zaten Duran Kalkan 2013 planını açıkladığında, 2012’de uyguladıkları alan kontrolü taktiğini asıl 2013’te sahneye koyacaklarını ilan etti. Tahminim, nisan başında bu planlarını uygulamaya başlarlar. Ne ki, Öcalan süreci uzatacak ya da onların planlarını akamete uğratacak bir açıklama yapmasın.
Yapacağa benzemiyor, ne dersiniz?
Eğer Öcalan’dan öyle bir açıklama gelecek olsa, heyetin tekrar İmralı’ya gidişini geciktirmez hükümet. Koşa koşa gönderir oraya. Demek ki Öcalan, henüz hükümetin işine gelecek şeyler sunmuyor. Sunmadığı için de adamları hızlı bir şekilde oraya göndermek istemiyorlar. Şu çok açık, bu süreç ne kadar uzarsa, o kadar hükümetin lehinedir. O kadar da PKK’nın aleyhinedir. Dolayısıyla hükümet bu işi mutlaka uzatmak ister. PKK’da bu işi kısa kesmek ister. Çünkü kısa kesmezse, kendi planlarını uygulayamayacak.
Hükümet, 2011’de büyük bir atağa kalktı hem tutuklamalar, hem operasyonları arttırdı. Ve askeri yöntemle sonuç alacağına inandı. Ama PKK dişli çıktı. 2012’de de devletin başını ağrıtacağını kanıtladı. Özellikle temmuzun sonundan itibaren başlattıkları süreç çok ağır bir süreçtir. Bu durum “başarıyla” kamuoyundan gizlendi ama hükümet biliyor nasıl bir güçle karşı karşıya olduğunu. PKK’nın 2013’te de bunu güçlü bir şekilde göstereceğine benim hiçbir kuşkum yok.
Çünkü başka türlü devleti çözüme yaklaştırabileceğini düşünmüyor.
Çizdiğiniz tablodan, sorunun demokratik çözümünden, onurlu bir barıştan bir süre daha bahsedemeyeceğimizi çıkarıyoruz, öyle mi?
En azından 2013 için onu görmüyorum. Çünkü İmralı sürecinin Kürt sorununun çözüm süreci olması, devletin hem Türkiye’deki, hem Türkiye dışındaki Kürtlerle barışık yaşama kararını vermesi halinde olabilir. Ama ben şimdi Serekaniye’ye bakıyorum, orada rejim güçleri yok. Peki, silahlı grupları kime karşı gönderiyorsun? Oradaki Kürt oluşumuna karşı. Demek ki strateji, Kürtlerle bir arada barış içinde yaşama stratejisi değil. Keşke olsa. Ama hükümetin bunun tersi bir karar aldığına dair bir işaret görmüyorum. Dolayısıyla, PKK Kürt sorunu çözülmeden silahlarını bırakır diye kim bekliyorsa, bence boşuna bekliyor. PKK bunu eskiden de yapmazdı, şimdi Suriye’deki Kürt oluşumu varken, hiç yapmaz.
ORTADA BİR ANAYASA OLMAZSA KÜRT SORUNU NASIL ÇÖZÜLECEK?
Erdoğan yeni anayasaya için “Uzlaşı olmazsa biz kendi taslağımızı referanduma götürürüz” diyerek, mart sonuna kadar süre verdi. İmralı süreci açısından düşündüğümüzde, Erdoğan’ın mart ayını işaret etmesi ne anlama geliyor?
Anayasa erteleniyor. 2015’ten sonraya atılıyor. Bunun arkasında yatan o. Eğer ortada bir anayasa yoksa, dolayısıyla Kürt sorununun çözümü ile ilgili bir anayasa olmayacaksa, yasal çerçeve nasıl sağlanacak? Çünkü PKK “Kürt sorunu çözülmeden silahları bırakmam” diyor. Kürt sorunu bir anayasa sorunudur. Kimlik, anadilde eğitimle ilgili asgari şeyler anayasal çerçevede olmadıktan sonra nasıl siz PKK’ya silah bıraktıracaksınız? Böyle bir şeyi ummak dahi yanlış... Ama Türkiye’de çözüyormuş gibi yapmak çok yaygın bir şeydir. Bu süreci kendi avantajına olacak şekilde sürdürmeye, karşı tarafa azami darbeyi indirmeye çalışıyorsun. Karşı taraf da bunu görüyor. O da “acaba ben bu süreci çözüme nasıl dönüştürürüm” diyor. Devletin limitleri çok geniş ama onların limitleri daha dar. Dolayısıyla uzun süre bu politikaya devam edemezler.
O zaman ne olur? Sürece ilişkin öngörünüz ne?
Bu görüşmeler bir yere kadar gider ondan sonra çatlar. PKK çok fazla geciktirmeden askeri planını hayata geçirmeye başlar ve 2012’den daha şiddetli bir 2013 yaşarız. (İstanbul/EVRENSEL)