Gezi parkı bir süredir kapalıydı ve açılacak gibi de değildi. Artık sormaya başladık ne zaman açılacak bu park? Kim, neye dayalı olarak, hangi yetkiyle bu parkı kapatıyor? Üstelik Mahkeme kararı ile parkın yıkımını da içeren planlar iptal edildi. Hala neyi, kimden sakınıyordu bunlar?

Ramazan’a bir gün kala Taksim Dayanışması Gezi Parkı’na gidiyoruz diye çağrısını yapmış ve o gün olanlar olmuştu. Taksim Dayanışması üyeleri toplu bir şekilde gözaltına alınmışlar, polis eliyle alana gelen insanlar dağıtılmışlardı.

Endişeli sesler yükseliyordu. Bunların derdi belli… Gezi’yi tam Ramazan’da açacaklar ve Gezi’nin girişine iftar çadırı kurup, yandaşlarını Parka dolduracaklardı.

Ramazan, oruç tutulan ay, onbir ayın sultanı ve dinin en çok yuvarlandığı, dini duyguların en çok cilalandığı, mahalle baskısının coştuğu ay… Sahur, iftar, dini sohbetler, dini TV programları, programcıları, şatafatlı toplantılar, vs… Devlet-i Ali için de mübarek Ramazan belki de bir çıkış olacaktı.

Heyhat! Yeryüzü iftarları diye bir şey çıktı. Yan yana olmak, bölüşerek dayanışmak, yanındakine dokunmak, haksızlığa karşı durmak, açlığı paylaşmak için, zalime karşı bir olmak, eşitlenmek için yeryüzünü sofra haline getirmek isteyen güzel insanlar Galatasaray Lisesi’nden başlayıp İstiklal girişine uzanan sofrayı kurdular. Menüde de ne bulursan o vardı. O kadar güzel bir menüydü ki insanların yüzlerinde güller açıyordu. İnanan inanmayan, oruç tutan tutmayan, Müslüman gayrimüslim, kadın erkek, çoluk çocuk, yaşlı genç, LBGT birey, ilk kez iftar sofrasına oturan, vs... kimi ararsan oradaydı. İftar açıyorlardı. Sırf oruç tutan kardeşine saygı için kimse ne kötü söz söylüyor ne de iftar vakti gelmeden bir şey yiyip içiyordu. Top patlasın da iftar açalım diye hep beraber bekliyorlardı, dakika dolmuş, iftar vakti gelmiş ama o oruç tutmayanlar emin misin diye soruyorlardı…

Polis şaşkın, Misbah Başgan kırmızı ceketi ile Taksim’in göbeğinde elinde kalan manipülasyon iftarı ile zaten şaşkın, devlet şaşkın… Şaşkınlık ne kelime, çıldırma durumu… Öyle ki @Nibenka 9.15’te iftarı falan bırakıp koştur Allah ilk tivitini atıyordu. “Evde çorba dahil maksimum üç çeşitle yaptığın 'saray iftarı', ama şehrin ortasındaki dev 'iftar gösterisi' mütevazi iftar. Hıı, tabi yedik”

Ertesi gün kendiliğinden, hiç kimse çağrı yapmadan yeniden kuruldu o DEV sofra. Aynı coşkuyla… Geldik 3.güne..

Aşk ile Allah Allah

Antikapitalist Müslümanların çağrısı üzerine 3.gün Sarıgazi Cemevinde iftar sonrası Cem’e katılmak için Sarıgazi’deydik. İnanılır şey değil, şöyle düşünün Sultanahmet Camiinde Cem olacak… Hani yani o kadar olmaz bir şey! İşte bu nedenle biraz da hassas bir mesele. Bu arada Cemevinde iftar olur olmaz diye küçük bir soruna da şahit olduk, Alevi gençler tabi ki Cemevi içinde de iftar olur, olmalı, sonuçta olmasa bile duyurduk, onlar bizim misafirimiz diyor ve iftar verilmesini talep ediyorlardı. Cemevindeki Dede ise haklı olarak dengeyi gözetiyordu. Muhtemelen Alevi toplumunun hassasiyetleri gün içinde Dede’ye yansımıştı. Ama sonuçta kibirli olan, yalan söyleyen, muhteris, komşusu açken tok yatan, sevgisiz, merhametsiz, şefkatsiz olanlardan değildik, değildiler…

Yeryüzü soframızı Cemevinin hemen yanındaki parka kurma kararı aldık ancak Dede olmaz öyle şey dedi ve bu sofrayı Cemevi bahçesine kurmamızı istedi, bahçeye halılar serdirdi. Çarşı da, “Kapitalizm öldürür yeryüzü sofrası yaşatır. Edi Bese” pankartı ile oradaydı.  İşte orada yine nerden çıktı nerden geldi bilmiyorum yemekler, içecekler ortaya serildi. Hep beraber yine oturduk yeryüzü sofrasına.   Hep beraber Allah’ın emrini yerine getirdik: paylaştık, birlikte yedik, içtik, birbirimize ikram ettik. Sıra nüsuktaydı. Cem’e geçtik.

Hidayet Allah’tan ola, hü!

İlk kez şahit olduğum Cem beni gerçekten etkiledi. İhsan Eliaçık’ın dediği gibi “İslam’ın tarihsel tecrübesi içinde Sünnilik İslam’ın klasik aklıysa, Alevilik de kalbi”ydi.

Oldukça kalabalık ve hem iklim olarak hem de heyecan olarak sıcak bir ortamdaydık. Gelen misafirleri ağırlama heyecanı ev sahiplerinde, katıldığımız Cem’in heyecanı bizim üzerimizdeydi. Cem’e sağ ve sol yanımızdaki dostlara sarılarak, merhabalaşarak başladık. Nur suresi 35. ve 36. Ayetleri, İhlas suresi ve Fatiha Suresi Türkçe ve hep beraber sesli olarak tekrarlandı. Ne dediklerini, neye inandıklarını bilen bu insanların arasında ürpermemek ne mümkündü. “Bugün matem günü geldi Ah Hasan vah Hüseyin” hep bir ağızdan söylendi. Canlar semahla uçtu, yürekler bir oldu, aşk odunda dağlandı.

Dede’nin, bir ara şaşırıp davetlilere Kapitalist Müslümanlar demesi Cem’de bulunan herkesin yüzünde muzip bir gülümsemeye neden oldu. Gelen misafirler baş tacı edildi.

Birilerine sözde Müslüman diyen, her geçen gün kendinden olmayanla kendi taraftarları arasına yeni düşmanlıklar eken başmuktedir ile İhsan Eliaçık gibi kendilerine itiraz edenlerin söylediklerine, yaptıklarına, yaşantılarına, yaşadıklarına bakmadan onları şeytanın yolunda olmakla suçlayan şürekası gönülleri kırıyor, her geçen gün paramparça ediyorlardı. Yetmiyor ipini tuttukları azgınları serbest bırakıp masum canlara mal oluyorlardı. “Bir kez gönül kırdın ise bu kıldığın namaz, namaz değildir” diye Yunus’u yüceltenler, oruç tutan tutmayan ayrımı yapıp, yeryüzüne sofra kuranlara gösteriş, riya suçlaması yöneltiyorlardı.

Gezi direnişini hala otobüs yakmaktan ibaret gören, gezi direnişçisini de faiz lobisinin uşağı zanneden, muktedire sorgusuz ve sualsiz biat eden, onunla iktidar sarhoşluğuna kapılan ey insan! Sen senden olmayanları yolladığın cehennemi kötü bir yer zannediyorsun ya, çok yanılıyorsun!