Ekim ayı ortalarında ziyaret ettiğimiz Suruç sınırında Rojava Kobanê’de devam eden savaşın Güneydoğu’ da yaşayan halklar için çok ağır sonuçlar doğurduğunu görmüştük. Ekim ayından bu yana geçen süre zarfında Suruç kamplarında bölge belediyeleri ve halkın yardımlarıyla her şeyin daha bir yoluna girdiğini, çadırların altına soğuk ve yağışa karşı panellerin yerleştirildiğini, banyo ve tuvaletlerin kurulduğunu, elektriğin bağlandığını, ısıtmanın elektrikli panel radyatörlerle sağlandığını biliyoruz. Ancak temel ihtiyacın gıda malzemesi olduğunu, bu ihtiyacın devam ettiğini ve edeceğini, çocuk maması talebinin daim olduğunu da biliyoruz.
Suruç ziyaretimizin ardından yaşananları yerinde görmenin, insanlarla aracısız ilişki kurmanın ve ihtiyaçları birinci ağızdan dinlemenin ne kadar önemli olduğunu anlamıştık. Sadece sohbet etmenin ve hal hatır sormanın bile bazen yeterli olabileceğini öğrenmiştik. Bir de elimizden geldiğince az ya da çok ihtiyaçlar doğrultusunda katkıda bulunabilmek bizim için çok önemliydi. Bu nedenle 05-07 Aralık tarihleri arasında Ayşan Sönmez ve Fırat Kuyurtar ile birlikte ikinci ziyaretimizi Diyarbakır Ezidi kamplarına yaptık. Diyarbakır’da da Urfa-Suruç ziyaretimiz sırasında bize eşlik eden arkadaşlarımız yanımızdaydı.
Batı’ da durduğumuz yerden buraları konuşmak çok kolay. Ama Diyarbakır’da işin rengi değişiyor. Bize eşlik eden arkadaşımızın söylediği gibi:
“Güneydoğu’ nun yükü çok ağır.”
Ortadoğu’da devam eden savaşla birlikte İŞİD katliamından kaçan binlerce Ezidi ve Kobanêli sığınmacının sınır kapılarından giriş yaptığını biliyoruz. Güneydoğu Anadolu Bölgesi Belediyeler Birliği Raporu’na göre Kasım 2014 itibariyle göç eden Kobanêli sayısı 184.332, Ezidi sayısı 23.122. Ama ziyaret ettiğimiz kamplarda telaffuz edilen rakam daha farklıydı: 26.000 Ezidi 400.000 Kobanêli.
Diyarbakır’ da geçireceğimiz üç günlük zaman içerisinde çeşitli görüşmeler yapmayı, son durumlarla ilgili bilgi almayı ve kampları ziyaret etmeyi planlıyorduk. İlk günümüzde Belediyeden kişilerle görüşerek kamplardaki genel durumla ilgili fikir sahibi olduk. Bilindiği gibi şu anda kampların maddi ve manevi bütün yükü bölge belediyelerin üzerinde. Devletin bölgedeki sığınmacılarla ilgili kurmuş olduğu birkaç AFAD kampı dışında atmış olduğu herhangi bir adım olmadığı gibi, gelecek dönemde ne olacağına dair bir öngörüsü de yok. Yaptığımız görüşmeler sonucu bize aktarılanlar doğrultusunda devlet kamplarıyla ilgili edindiğimiz bilgi şöyle: Bölgede biri Nusaybin diğeri Midyat’ ta olmak üzere 2 AFAD kampı var. Midyat kampında 2800 kişi, Nusaybin’ de 3000 kişi barınıyor. Bu kamplarda aşevi yok, yemek dağıtılmıyor. Sadece kişi başına verilen aylık 85 TL bir para var. Bu 10 kişilik aile için aylık toplam 850 TL demek. 10 kişilik bir ailenin sadece aylık kuru ekmek giderinin 500 TL olduğu düşünülürse, 10 kişinin diğer giderleri için harcayabileceği sadece 350 TL kalıyor geriye. Bu parayla da kampın içinde ihale usulu açılmış olan marketten alışveriş yaparak herkesin kendi yemeğini pişirmesi ve diğer ihtiyaçlarını da karşılaması bekleniyor. Görünen o ki devlet sadece konaklama hizmeti sunuyor AFAD kamplarında.
Diyarbakır Merkez’deki Kobanêliler
Kamplarla ve yaşanan süreçle ilgili ilk sıcak bilgileri bizi İlçe Belediyesi’ ne götüren arkadaşımızdan aldık. Şu anda Diyarbakır’a Kobanê’den göç etmiş olan yaklaşık 4500 aile var. Bu aileler Diyarbakır mahallelerinde kurulmuş olan mahalle meclisleri üzerinden - Diyarbakır’da halen 35 mahalle meclisinin bulunduğunu öğreniyoruz- Diyarbakır merkez ilçelerdeki evlere yerleştirilmiş durumdalar. Yerleştikleri bölgelerde komşuları onların öncelikli ve temel ihtiyaçlarını karşılıyor, onlara yatak, yastık, yorgan ve mutfak eşyası sağlıyorlar. Temel ihtiyaçlar konusunda sorun yaşanmıyor. Ancak konu gıda yardımına geldiğinde sıkıntı yaşanabiliyor. Başlangıçta yapılan yardımlar zaman içerisinde azalmaya başlıyor, yerleştikleri bölgelerdeki komşularının da ekonomik durumları iyi olmadığı için bir yere kadar yardım sağlanabiliyor. Aileler ihtiyaçlarını karşılayamaz hale geldikleri zaman mahalle meclislerine, ilçe merkezlerine, belediyelere taleplerini bildiriyorlar. Bu nedenle gıda yardımlarının süreklilik arz etmesi gerekiyor, özellikle çocuklara yönelik yardımların kesintiye uğramaması haftalık, aylık olarak devam etmesi, düzenli olması çok önemli. Diyarbakır ilçelerindeki dayanışma ağının çok gelişmiş olduğunu öğreniyoruz. Halk ve esnaf desteğini esirgemiyor, komşularını gözetiyor; ancak bu dönemin ne kadar süreceğinin belirsizliği endişeleri de beraberinde getiriyor. Bu yük daha ne kadar taşınabilir! Amed merkezde 15.000 civarında Kobanêli yaşıyor. Maddi olarak hayatını idame ettirebilenler, iş bulup çalışabilenler kamplara gitmeyi tercih etmiyorlar, Bağlar bölgesi gibi kiraların düşük olduğu semtlere yerleşiyorlar. İlk geldiklerinde ev kiralayıp, yerleşip, iş bulup çalışmaya başlamış olanlar şimdi kış şartlarının gelmesiyle birlikte işsiz kalmaya başlamışlar. Sanayisi gelişmiş bir il olmayan Diyarbakır’ da tek gelişmiş olan sektör inşaat sektörü, ama kış şartlarında inşaatlar da duruyor. Kobanêlilerin kışın çalışabileceği bir iş yok. Bunun sonucu olarak kira, elektrik ve su faturalarını ödeyemedikleri zaman problemler de beraberinde geliyor. Para ihtiyacı doğuyor. Sorunlar başlıyor. Bölgede yaşayanlar karşı karşıya kalınan bu durumun asıl sebebini dikey kentleşmeye bağlıyorlar. “Dikey kentleşme olmasaydı, 10-15 katlı binalar yerine, yatay kentleşme olsaydı, komşu komşusunu görürdü, bir parça toprak olurdu, ekerlerdi. Bu ekolojik olmayan bir kentleşmenin ürünüdür. Neyse ki yoksullar yoksullarla dayanışıyor.” diyorlar.
Belediye tarafından 40 gün önce mahalle meclislerine çağrı yapılarak Kobanê ile ilgili bir komisyon kurulması ve ailelerin ihtiyaçlarının tespit edilip karşılanması için bir çalışma başlatılmış. Açıkçası, bu konuda çok başarılı olunamadığını ifade edildi, ama yine de mahalle meclisleri üzerinden ihtiyaçlar bir ölçüde karşılanmaya çalışılıyor. Bu konuda en iyi çalışan mahalle meclisinin Kayapınar’da olduğu söylendi. Sığınmacı ailelerin tüm ihtiyaçlarını karşılayabilen tek mahalle meclisinin orada olduğu, ancak Bağlar, Sur, Yenişehir’de eksikliklerin halen devam ettiği belirtildi. Bu konuda umutsuz olunmaması çok önemli, aksayan yönleriyle birlikte az ya da çok mahalle meclislerinin varlığının bilinmesi, insanların başvurabilecekleri bu tarz mekanizmaların olması bir güven hissi oluşturuyor.
Merkezdeki Kobanêlilere kimler yardım sağlıyor?
Diyarbakır merkezde yaşayan Kobanêlilere en büyük yardımı komşuları, halk ve esnaf veriyor. Aşırı dinci olmayan insanlardan, partiye karşı olduğu düşünülen kişilerden de partiye oy veren muhafazakârlardan da yardım geliyormuş. “Bizim yurtsever insanlarımızda duyarlılık çok fazladır, onlar olmadan Belediye yalnız başına başa çıkamazdı.” diyorlar. Ama devlet hiç yok. Galip Ensarioğlu’na, merkezde yaşayan Kobanêlilere kış için yeşil kart çıkaralım, kömür yardımı alabilsinler diye önermişler, ama kabul etmedi diyorlar. “Kobanêliler ona oy vermeyecekler ki kömür dağıtsın...” Elektrik parası almayalım demişler, ama o da kabul edilmemiş yetkililer tarafından.
Şengalliler
Ağustos ayında Diyarbakır Belediyesi öncelikle Şengallilere yoğunlaşmış iken, Kobanê olayları patlak veriyor. Henüz Şengallilere yerleşim alanı sağlanamamış sorunlar çözülememiş olduğundan Kobanêden gelen ikinci bir dalga oldukça sarsıcı oluyor. Güç bölünmek zorunda kalıyor. Şengalli aileler kamplarda kalıyorlar ama Kobanêli aileler Diyarbakır’ın merkezine yayılıyorlar, evlerde kalmaya başlıyorlar. Yara derinleşiyor, ağırlaşıyor. Neyse ki halk var. Halkın yardımı desteği hiç eksik olmuyor.
Ama endişelerde dile getirilmiyor değil tabii ki. “İlk başlarda kampanyalar hızlı başlar” diyor bize eşlik eden arkadaşımız, “yoğunluk olur, ama sonraları hız kesilir, yardımlar azalır, süreklilik sekteye uğrar. İşte o zaman asıl sorun başlar. Önemli olan bir anda çok olması değildir, yığılması değildir, az da olsa süreklilik arz etmesidir. Bu da daha fazla organize olmayı gerektirir, daha iyi çalışmayı, daha iyi örgütlenmeyi ve örgütlemeyi... Zor olan da budur.”
Biz üçümüz dinliyoruz: “Burada iş olanağı yok, insanların kalacak yere, yiyeceğe ihtiyaçları var. Dayanışma ağı gerekiyor, örgütlülük gerekiyor, profesyonellik gerekiyor. Kürtler bu süreci 15–20 yıl yaşayacaklar, bu geçici bir dönem değil... Bugünden yarına iyileşme sağlanamayacak... İlkyardımdan, soğuk hava deposuna kadar, barınma koşullarına kadar, bunu yapacak ekibin eğitimine kadar her şey gerekiyor ... Üçüncü bir göç daha olursa ne yaparız, mesela Afrin. Altından kalkılamaz bir hal alır, kaldıramayız.”
Bölgede belediyelerin bütün kaynakları şu anda insanî yardımlara gidiyor. Yerel yönetim seçimleri yeni yapılmış, tabii ki yeni yönetimlerden beklentiler var, ancak belediyecilik hizmetleri anlamında hiçbir çalışma yürütülemiyor, hizmet ve altyapı çalışması yok, bunun için ayrılabilecek kaynak yok. Gelen bütün para insanî yardıma aktarılmak zorunda. Devlet zaten hiç yok, devletin tutumu belli, net, çok katı. Özellikle Şengallilere karşı. Rojava’dan gelenler için kısmen Suriye’den gelen göçmenler statüsüne girdikleri için bazı yardımlar alınabilmiş, ancak Şengal kampına Vali ve AFAD Başkanı bizzat gelmiş olmalarına ve saatlerce görüşmelerine rağmen hiçbir şey vermemişler. Kış koşullarına hazırlık olarak Van depreminden kalan konteynerlerin değerlendirilmesi için diretilmiş ama sadece en son 100 tane çadır verebileceklerini söyleyerek ayrılmışlar.
Sohbetle devam eden yolculuğumuz sonrasında Belediye Binasına ulaştık. Binaya girişimizde binanın karanlığı içimizdeki kasveti arttırdı, binanın bu halinin partiye yakıştıramadığımızı konuştuk kendi aramızda ama sonra bunun da Diyarbakır’da yaşanan elektrik problemine bağlı olduğunu anladık. Diyarbakır’ da Dedaş özelleştirilmiş, uzun zamandır süreklilik arzetmeye başlayan kaçak elektrik kullanımını bahane ederek gün içerisinde üç saati aşan kesintiler yapılıyor. Bu kesintiler bazı mahallelerde dokuz saati buluyor, Huzurevi, Sur, Bağlar gibi… Makinaya bağlı hastalar ve çocuklar için sorun çok büyük, özellikle belli mevkilerde sıklıkla bu konuyla ilgili eylemler yapılıyor. Yol aydınlatmaları zaten yok, şehir geceleri karanlık… Çadır kentlerde elektrik bağlantısı için Belediye tarafından dört trafo kiralanmış durumda. Çadır kentlerde ısınma elektrikli panel radyatörlerle sağlanıyor. Kesintiler çadır kentlerde de uygulanıyor.
Belediye’den aldığımız bilgiler daha çok Şengallilerin yaşadığı en büyük kamp olan ve bizim bir sonraki gün görmeye gideceğimiz Çınar Kampıyla ilgiliydi. (Çınar kampı ve Mardin Otogar kampı ile ilgili yapmış olduğumuz görüşmeleri ayrıca yayınlayacağımız için bu kamplarla ilgili genel bilgi vermek istiyorum.)
Çınar Ezidi Kampı
Çınar Kampı Diyarbakırlıların piknik alanı olan 250 dönümlük bir fidanlıkta kurulmuş. Kampın kuruluş tarihi 26 Ağustos. Şengalliler ilk geldiklerinde çadır bulunmadığından ağaç diplerinde kalmışlar. Tabii ki mevsim koşullarının buna uygun olması nedeniyle çadıra acil ihtiyaç duyulmamış, zamanla çadırlar sağlandıkça çadır alanları hazırlanmış ve fidanlık bölgeler ayrılmış. Şu anda beş bölgede kurulu olan 840 çadırda 3835 kişi yaşamakta.
Kamp ilk kurulduğunda 6000 kişinin giriş yaptığı söyleniyor. Zaman içerisinde rakamlar sabit kalmış, arada Zaho’ya ya da az da olsa Devlet kamplarına giden birkaç ailenin dışında rakamlar değişmiyor.
Kamp içerisinde her bölgede yönetim çadırları, kadın çadırları, televizyon çadırları var. Kadın çadırlarına dikiş makineleri bırakılıyor; kadınlar ailenin ve kendi kıyafetlerinin dikimini yapıyorlar. Eğitim için kurulmuş üç çadır var. Bu alanlara çocuk çadırlarının da kurulması planlanıyor. Ayrıca sağlık merkezi ve bir doktor odası ile müşahede odası ve eczane var. Eczacılar odasının eczaneye ilaç sağlama konusunda katkısı çok büyük. İlaç temini doğrudan onlardan sağlanıyor.
Her bölgede banyo ve tuvaletler var. Çamaşırhane ve yemekhane var. Yemekler günlük olarak bu mutfaklarda çalışanlar tarafından pişiriliyor. Sabah kahvaltısı haftalık dağıtılıyor, günlük iki öğün yemek çıkıyor. Mutfak kurulmadan önce Belediye’ye çıkan bir aylık yemek faturasının 1.5 milyon TL civarında iken yemekhane kurulduktan sonra maliyet 600.000 TL ye gerilemiş.
İlk geldiklerinde kamp görevlileri Şengallilerin sert tepkileri ile karşılaşmışlar ancak; bu travma süresi yaklaşık bir ay sonra kamp yönetimiyle karşılıklı güven oluşmaya başlayınca aşılmış. Ufak tefek günlük sorunların dışında problem yaşanmadığı söyleniyor. Sosyal ve ekonomik olarak Şengal kampıyla ilgili şu anda bir problem yok. Çadırların altlarına, kış için suyu ve soğuğu engelleyecek paneller yerleştirilmiş, panellerin üzerlerine straforlar serilmiş, her çadıra ısınmak için bir elektrikli radyatör verilmiş. Her çadır 12 metrekare; radyatörler ısınmak için yeterli oluyor. Elektrik kesintisi olmazsa tabii...
Kamp sorumlusu Metin Bey şu anda kampla ilgili tek problemin elektrik kesintisi olduğunu belirtiyor ve bunu çok güzel anlatıyordu: “Yoğun kaçak kullanımından dolayı, kaybı önlemek için Dedaş kesinti uyguluyor. Biz onlara şunu söyledik. Dedik ki buranın elektriğini kesmemek mümkün müdür? dedik. Mümkün dediler... Dedik o zaman kesme. Ama gene kesiyorlar....”
Mardin Yeni Otogar Şengal Kampı
Diyarbakır ziyaretimiz sırasında son ziyaretimiz Mardin’de bulunan Yeni Otogar binasında yerleşmiş olan Şengal kampına oldu. Burası henüz yeni bitmiş bir bina. Eksikliklerine rağmen Şengallilerin göçü başlayınca mecburen müteahhitten alınarak kampa çevrilmiş. Çadır kentlere göre daha korunaklı betonarme bir yapı. Aslen ofis olarak hazırlanmış olan iç bölmeler tek tek ailelere tahsis edilmiş. Her bölmede içeriden merdiven ile bir üst odaya çıkılıyor. Her bölmede bir klima var. Kampın sorumluları ve görüştüğümüz DBP Mardin Artuklu İlçe Eş Başkanı Hasan Bey, burası konusunda şanslı olduklarını belirtiyorlar. Bu kampa 26 Ağustos’ta taşınılmış. Buradan önce 9 Ağustos’ ta göçün başlamasıyla birlikte Mardin’in eski Ezidi köyü olan Bacini’ ye yerleştirilmiş gelen aileler. Ancak daha sonra orada yığılma olmaya başladığında tıkanıklık yeni yer arayışıyla çözülmüş ve otogar çözüm olmuş.
Şu anda Otogar’ da 49 aile kalıyor, toplam 300 kişi. Son zamanlarda sayı azalmış. 20 aile gitmiş, dönebilen Zaho’ ya dönüyormuş, devletin AFAD kampına giden çok az aile varmış. “Zaten biz onları elimizden geldiği kadar devlet kampına göndermiyoruz. Bazen kendi istekleriyle gitmek istiyorlar sadece birkaç aile. Buraya ilk giriş yapan 1300 kişi vardı, şimdi 300 kişi kaldı.”
Bu kamp kapalı alan olduğu için çocuklar için çok rahat, korunmalı, oyun alanı sorunu yok, geniş koridorlar var. Koridorlardan birine televizyon konmuş bir grup çocuk televizyon seyrediyor. Kampı çocuklarla birlikte geziyoruz. Her yer çok temiz ve düzenli, bölmelerin hepsinin önlerinde kapı olarak gerilmiş battaniyeler var. Hiçbir yerde dağınıklık yok. Düzen ve sükunet hakim. Yan taraftaki bölüm revir, doktor, yönetim ve depo için ayrılmış. Depoların kapılarında içerideki malzeme bilgisi yazıyor. Temizlik malzemesi, çocuk malzemeleri vb... Arka taraftaki bölümde büyük bir mutfak kurulmuş: buzdolapları, ocaklar, büyük siniler, her aileye ait, bölüm numarası, ailedeki kişi sayısı yazılı dağıtım kutuları... Mutfakta yemekleri yapan aşçı var. Üç öğün yemek dağıtımı yapılıyor. Sabah kahvaltılarında; yumurta, peynir, zeytin, helva, reçel, bazen çorba... Öğlen ve akşam için 2 çeşit yemek pişiriliyor. Biz kampı dolaşırken akşam yemeği dağıtım saati gelmişti, önce ekmek dağıtılmaya başlandı, sonra haşlanmış tavuk...
Çınar Kampı’nda da ana ihtiyaç gıdaydı her zamanki gibi. 16-17-18 Aralık tarihlerinde Ezidilerin üç günlük oruç döneminin geldiğini bunun için, 3 gün, 3840 kişi için 1.5 ton beyaz ete ihtiyaç olduğunu söylediler.
Mardin Otogar’da Ezidi ileri gelenlerinden Şeyh Mahmud, Ezidi orucunu anlattı bize; “Allah için oruç tutmak adak gibi bir şeydir istersen iki gün tutarsın, istersen üç gün, isteyen beş, altı, yedi gün tutar, ama resmi olarak üç gün tutulmalıdır, çünkü üçüncü günden sonra bayramdır… “
Kamptan ayrılıyoruz…
Bölge belediyelerinin tüm kaynaklarını seferber etmiş olması, bölge halkı ve esnafının halen ellerinden geldiğince düzenli yardımları sürdürmesi, insan çabasının ve dayanışmasının neleri başarabileceğini bir kez daha gösterdi bize. Kamp sorumlularının ve çalışanlarının olağanüstü çabalarını gıptayla izlememek elde değildi. Kamp hayatını bu derece sahiplenmiş olmaları işin insanî boyutunun değerini gözler önüne seriyor ve bize bu aşamada kendi yapabileceklerimizi düşündürtüyor.
Şimdiye kadar geçen süre zarfında tüm çabalar insanların temel ihtiyaçlarını karşılamak ve minimum düzeyde de olsa hayatta kalma koşullarını oluşturabilmek içindi. Ancak dönemin belirsizliği, savaşın daha ne kadar devam edeceği ve sonuçlarının taraflara ne getireceği hiç belli değil. Hal böyle iken, geçici çözümler üretmek bir yere kadar iş görecektir. Ama savaş uzadıkça kalıcı çözümlerin düşünülmeye başlanması, yeni planlamalar yapılması, yeni hedefler oluşturulması gerekecek. Çünkü şu anda ‘misafir’ olan bu insanlar çok yakın zamanda uzun seneler birarada yaşanılacak gerçek komşular olacak.