30 Mart Yerel Seçimleri’nden sonra HDP’nin yeniden tanımlanması/yapılanması gündeme geldi. HDP’nin seçimlerde aldığı oy oranı başarılı olarak değerlendirilmese de yeni bir başlangıç için teşvik edici bulundu. Kürt Hareketi, HDP’nin bir seçim partisi olmadığını, stratejik bir örgütlenme hedefini temsil ettiğini defalarca ilan etti. Bunu, BDP’li milletvekillerinin HDP’ye katılma kararı izledi. Önümüzdeki dönemde ülkenin Batısı’ndaki BDP yerel örgütleri ve kadrolarının HDP’yle daha fazla yan yana gelmesini, ortak çalışma alanlarının çoğalmasını bekleyebiliriz.

Kürt Hareketi’nin HDP’ye yüklediği misyonun ne olduğu ve nasıl bir ihtiyaçtan kaynaklandığı biliniyor. BDP, Kürdistanî bir parti kimliğini aşamadı, belki de aşması gerekmiyordu. Zaten yeni dönemde BDP’nin, Kürdistan’da demokratik özerkliğin yaşama geçirilmesinde öncülük misyonu üstlenmesi amaçlanıyor. 

Öte yandan, son yıllarda AKP iktidarında gözlenen sivil diktatörlük eğilimleri, ülkedeki AKP karşıtı muhalefetin ise tam anlamıyla sefilleri oynaması iki zorunluluğu gözler önüne serdi: Bunlardan ilki, demokrasi mücadelesiyle barış mücadelesinin gittikçe iç içe geçmesiydi. En azından asgari düzeyde bir demokratikleşme olmadan –TMK’nın tümüyle kaldırılması, politik ifade ve örgütlenme özgürlüğünün sağlanması, demokratik yerel yönetimler yasasının kabulü vs.– kalıcı bir barışın tesisi çok zor görünüyor. Diğer yandan, demokrasi mücadelesi bizzat Kürt Hareketi ve Türkiye’nin ilerici dinamikleri –demokratik sosyalistler, sosyal demokratlar, liberaller, Müslüman demokratlar, Alevi örgütleri, kadın hareketi vs.– tarafından sahiplenilmezse, mevcut sistem dinamikleriyle demokratikleşme alanında çok küçük adımların bile atılamayacağı ortaya çıktı.

İşte bu zorunluluklar, HDP’ye klasik bir ittifak partisi veya “çatı partisi”nin ötesinde bir misyon yüklenmesine yol açıyor. HDP’nin, farklı eğilimlerin, çoğulcu ve demokratik bir işleyiş çerçevesinde öncelik verdiği toplumsal alanlarda örgütlendiği bir parti olması öngörülüyor.  

***

Öngörülmesine öngörülüyor; fakat gerek seçim sürecinde gerekse seçimlerden sonra yerellerde gündeme gelen sorunları kamusal alanda tartışmadan ve alternatif çözümler geliştirmeden içeriği son derece doğru olan bu projenin nasıl hayat bulacağı pek sorunsallaştırılmıyor.

Örnek olarak, Filiz Koçali’nin yakınlarda yazdığı bir makalenin bir bölümüne bakabiliriz:

“HDP’yle ilgili tartışmalara gelince… Anlatılanlar arasında çok vahim örnekler var. Bir HDP bileşeninin CHP müşahidi olması …. Bir diğerinin çalışmalara hiç katılmayıp ara sıra gelip akıl vermeye çalışması, ötekinin BDP’lilerle yan yana gözükmemek için bin tane manevra yapması … meclis üyeliklerinde ilk sırayı kendi grubuna ayırırken gösterdiği “performansı”ın onda birini seçim çalışmalarında göstermemesi, diğerinin kendi gazetesini satmak dışında hiçbir iş yapmaması vs…  

Açık söylemek gerekir ki dile getirilen mevzuların hepsi önemli, ama HDP’yi bu deneyim etrafında tartışmak, geleceği kurma iddiamıza yapılacak en büyük kötülük olur.

Her ne yaşanmış olursa olsun, HDP bu günü birlik sorunlar etrafında tartışılabilecek bir gelecek iddiası değil…”[1]

Ben de kendi gözlemlerimden kalkarak bu “vahim” örneklere başkalarını ekleyebilirim: Bir yerelde, toplum vicdanını esas alan barış çalışmalarının yapılıp yapılamayacağının sorgulanması; başka bir bölgede, yerel meclisin bütün karşı çıkışlarına rağmen bazı bileşenlerin uzlaşmasıyla belediye eşbaşkan adaylarının “merkez”den belirlenmesi; il ve bölgeler düzeyindeki yürütmelerde “atanmış” yöneticilerin hâlâ ağırlığını koruması ve yerel meclislerin demokratik temsiliyetinin yeterince sağlanmaması; bazı bölgelerde işleri kolaylaştırması beklenen seçim koordinasyonlarının, “yöneticilik” yapmayı ve yerel meclislerin hareket alanını daraltmayı tercih etmesi…

Filiz Koçali’yle benzer bir sonuca varabilmek için HDK/HDP’nin kuruluş ruhuna aykırı bu tür anti-demokratik yönelimleri, merkezci/tepeden inmeci çalışma tarzını esas alan tutumları ve çoğulculuğu içselleştirememiş politik kültür örneklerini “münferit vakalar” olarak nitelendirebilmemiz gerekiyor. Peki gerçekten öyle mi? Yani bu tür örnekler, “olur böyle şeyler, biz önümüze bakalım” denilebilecek kadar sınırlı mı?

Kaba gözlemler bile ne yazık ki durumun böyle olmadığını ortaya koyuyor: Birçok yerde benzer olumsuz deneyimlerin yaşandığını ve böylesi deneyimlerin, HDP’nin gerçek bir alternatif olabileceğine inanarak çalışmalara katılan genç arkadaşları uzaklaştırdığını duyabiliyorsunuz.  

Her zaman şeffaf ve politik açıdan dürüst olmakta, sorunların gerçek boyutlarıyla yüzleşme cesaretini göstermekte fayda var. “Bizim hayalimizdeki proje bu değil” demek yerine, somut eleştirileri, şikâyetleri iyice araştırmak gerekiyor. Yoksa alternatif çözümler geliştiremeyiz. İster bir bileşenin üyesi isterse bağımsız olsun herkesin hak ve hukukunu güvenceye alacak parti içi bir demokrasiyi kuramayız. En önemlisi de herkesi bağlayan, katılımcı bir çerçevede şekillenen ve hep gözden geçirilen normlara dayalı bir parti hukuku geliştiremeyiz. Şu sıralar hepimizin, parti içi demokrasiyi ve hukuku geliştirmek üzere elinden geleni yapması gerektiğine inanıyorum. Bunu ancak, somut deneyimlere, eleştiri ve şikayetlere kulak vererek yapabiliriz.    

NOT:  Yazıyı bitirdiğim sırada sosyal medya, aralarında bir HDP yöneticisinin de bulunduğu, HDP bileşenlerinden birine mensup kişilerden oluşan bir grubun, Beşiktaş yerelinde insan haklarına aykırı bir vakadan sorumlu olduğu iddialarıyla çalkalanıyordu. Son derece ciddi iddiaların dile getirildiği bu vakanın gerçek boyutunun, HDP içinde kurulacak hukuk mekanizmasıyla açıklığa kavuşacağını düşünüyorum. Burada sadece şunun altını kuvvetle çizmek istiyorum: Bu ve benzeri vakalar eğer iddia edilen boyutlarda gerçekleşmişse –bunu hukuk sürecinin sonunda göreceğiz– dönüp söz konusu davranışların hangi ortamda filizlendiğine bakmakta fayda var. Yazıda da zaten bunun üzerinde durmaya çalıştım. Kurduğumuz ortamlar gerçekten kariyerizm, türlü politik manipülasyonlar, politik aidiyetlerin ötesine taşan ilkesiz gruplaşmalar ve iktidar oyanlarına hizmet ediyorsa, sadece kişilere bazı yaptırımlar uygulayarak buna benzer sorunların içinden çıkamayız. Önce bu ortamları demokratikleştirmek, hakkaniyet, vicdan, hak ve hukuk gibi mefhumları hayattaki karşılıklarıyla hayata geçirmek zorundayız.   

  

 

 

 

 

 

[1] “Örgütsel Sorular, Sorunlar…”, Özgür Gündem,  22.04.2014.