Anadolu ve Mezopotomya toprakları, kültürler ve uygarlıklar beşiği olarak anılan bir coğrafyadır. Bu kadim topraklar, her uygarlıktan kendine bir zenginlik katsa da barbarlığın izlerini taşıyan katliam zihniyeti, onun peşini bırakmamıştır. Jeopolitik ve stratejik değerinden dolayı emperyal hevesler besleyen güçlerin her zaman iştahını kabartmış olan bu coğrafya kimlere tanıklık etmedi ki? İskender'den Timur'a, Alparslan'dan Yavuz'a değin tarihe savaşları ile geçen tüm isimlerin güç denemelerine tanıktır. Bilinir ki bu topraklar birçok tasavvuf, bilim insanı, ozan ve halk önderi de yetiştirmiştir; ama zihinlerde kalan barbarlıklar ve katliamlar olmuştur. Kim bilir bunlar olmasaydı belki de Yunuslar, Şeyh Bedrettinler, Ehmedê Xanîler, Pir Sultanlar ve Seyid Rızalar da olmayacaktı.
Hüküm savaşlarının bu kadar eski olduğu bu topraklarda Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi ise giderek tekleşmenin yaşandığı süreç olmuştur. Özellikle Cumhuriyet dönemindeki tekleştirme anlayışı, kendisine hedef olarak farklı olan her kimliği seçmiş ve yok etmeye çalışmıştır. Bu toprakların renkleri olan Kürtler, Aleviler, Rumlar, Ermeniler vs. bu tekçi zihniyetin kurbanı olmaktan kurtulamamış ve Cumhuriyet tarihi boyunca katliamlarla anılmışlardır. Osmanlılar döneminden gelerek devlette çizgi ve tarz haline gelen katliamcı algı maalesef halen varlığını sürdürüyor. Koçgiri, Şeyh Said, Dersim, 6-7 Eylül olayları, Çorum, Maraş, Sivas, Gazi... Yazdıkça ne kadar çok olduğu fark edilen zihniyetin, bu toprakların halklarına yaşattığı acıları dindirmenin yegâne yolu, öncelikle demokrasi, hukuk, özgürlük gibi evrensel değerlerle bütünleşmiş bir anlayışa kavuşmaktır.
Yüzleşmek Kaçınılmazdır
Evrensel değerlerle buluşmak ise geçmişle yüzleşerek, onu aşmakla mümkündür. Bunun yolu geçmişin tüm çıplaklığı ile açığa çıkarılarak pratikte gereğinin yapılmasıdır. Uygar devletlerin yaptığı gibi gerekirse özür dileyerek, geleceğin sağlam temellerini atmak gerekiyor. Bütün bunlar ise öncelikle unutmamaktan geçiyor. Egemenlerin dediği gibi: “Unutun, kapatın” yaklaşımları kimseye kazandırmaz. Üstünü örtmek, küllendirmek sadece geçici rahatlama sağlar; ama zihinleri ve bilinçleri değiştirmez. Yaşanan travmaları ise asla hafifletmez. Bu yüzden de unutarak değil, tam tersine daha fazla hatırlayarak, gerçekleri tüm çıplaklığı ile açığa çıkararak katliamcı zihniyetle yüzleşebilir ve onu aşabiliriz.
Yüzleşilmesi gereken gerçeklerden biri de Maraş Katliamı'dır. Maraş Katliamı, sadece barındırdığı farklılıklara karşı tahammülsüzlüğün ya da farklı siyasal görüşlerin karşıtlığının açığa çıkardığı bir şiddet ve vahşet ortamı değildir. Bu, aynı zamanda yakın dönem Türkiye tarihinde yönetenlerin, siyasal sürece yön vermek için nasıl gözünü kırpmaksızın insanları birbirine düşürerek katlettirdiğinin örneğini teşkil etmesi bakımından da önemlidir. Çok eski değildir, acısı tazedir, belleklerden silinmemiştir. Yaşayan tanıkların anlatımları ve ortaya çıkan belgeler ise devletle daha sıkı bir yüzleşme ve hesaplaşmayı gerektiriyor.
Niçin Maraş?
Maraş Kürt, Alevi ve Sünnilerin iç içe yaşadığı Antep, Malatya, Sivas'la beraber adeta sınır hattı diye tabir edilen bir noktadadır. Sınır hattında bulunan illerin tümünde dönem dönem etnik ve inançsal farklılıklar kışkırtılarak politika üretilmeye çalışılmıştır. Maraş'ın diğer bir özgünlüğü ise daha çok kırsalda yaşayan Kürt Alevilerin merkezde ekonomiye el atmaları ile beraber artık sermaye birikimi oluşturacak bir konuma gelmesiydi. Beraberinde sosyal ve siyasal yaşamda etkinlik anlamına gelen bu gelişme, yerli sermaye kesimlerini hemen rahatsız etmişti. Bu çelişki kendini siyasal anlamda da ifade ediyordu. Kürt Aleviler genellikle sol kimliğe sahipken yerel sermaye kendini daha çok milliyetçi-İslamcı kimlikleri ile ifade ediyordu. Tüm bu çelişkiler, katliam için Maraş'ın bilinçli bir tercih olduğunu gösteriyor. Çelişkilerin güçlü ve ayrıştırıcı olduğu Maraş'ta, katliam denemesi ile hedeflenen karanlığa yürümenin zemini yeterli hale geliyordu!
Katliam Sırasında Siyasal Süreç ve Gelişmeler
Katliamın gerçekleştiği süreç, Türkiye'de siyasetin en dalgalı olduğu dönemi ifade ediyor. 68'le gençlik hareketi olarak başlayan Türkiye sol güçleri yavaş yavaş gençlik boyutundan çıkmaya başlamış, artık köylü, aydın ve işçi sınıfı ile güç olmaya başlamıştır. Yükselen sol dalga, Ecevit'i iktidara taşımıştır. Solun giderek güçlenmesi gerek yönetenleri, gerekse dayandıkları emperyalist güçleri rahatsız etmiştir. Ordu gelişmelerden rahatsızlığını sık sık dile getirmesine rağmen gelişmeleri denetimi altına almayı başaramamıştır. Anti-komünist çalışmalar adı altında örgütlenen milliyetçi-İslamcı gericilik, her gün sokaklarda gencecik insanları, aydınları, işçi önderlerini katletmesine rağmen ülkede solun yükselişi engellenememiştir.
Öte taraftan solun yükselişi ile beraber Kürtlerin ayrı örgütlenme arayışları da giderek güçlenmiş, Kürt coğrafyasında hak talepleri yükselmeye başlamıştır. Kürtlerin ayrı örgütlenmesi devletin dikkatini çekmiş ve hemen boğmak için tedbirler aldığı Apocular olarak bilinen PKK hareketi de gelişmeye başlamıştır. PKK hareketinin güçlü olarak örgütlendiği yerlerin başında ise sınır olarak ifade ettikleri Maraş, Antep vb. yerler gelmektedir.
Tüm bu gelişmeler ve oluşan anti-emperyalist çizgi, ABD öncülüğünde yeni bir müdahalenin kapısını da aralamaktadır. Ülke, adım adım darbeye taşınmak istenirken bunun için gerekli adımlar da hızla atılmaya başlamıştı. Her gün sokaklarda insanların katledildiği bir Türkiye gerçekliği olmasına rağmen, 12 Eylül planlayıcıları ve ABD için koşullar yeterli gelmemektedir. Gelişen sola ve Kürt hareketine güçlü bir mesaj vermek gerekiyordu. Bu öyle bir mesaj olmalıydı ki hem güç gösterilmeli, hem de darbe için güçlü bir gerekçe oluşturulmalıydı. İşte bu mesaj için seçilen kent, çelişkilerin her yönüyle güçlü olduğu bir yer olmalıydı. Bu yer, Maraş'tı.
Katliam Planları Başlıyor
Aydınlık Gazetesi'nin 12.01.1979 tarihli sayısında katliam hazırlıkları ile ilgili yazılanlar şöyledir: “Kahramanmaraş Katliamı, EDEM (Yağ Fabrikası) toplantısında kararlaştırıldı. Katliamdan 15 gün öncesine rastlayan toplantıya, EDEM ortağı Faruk Arıkan, Fabrikatör ve Hacı Çiftliği'nin sahibi Muammer Pakdil, kardeşi Cahit Pakdil, Faruk Arıkan'ın ağabeyi Hacı Osman Arıkan, Pişkinler İplik Fabrikası sahibi Abdurrahman Pişkin, Çırçır ve Prese Fabrikatörü Sıddık Akdişli, Tanrıverdi Çırçır Fabrikası sahiplerinden Zekeriya Kirişçi, Yağlıca Kardeşler Kooperatif şirketi sahipleri Kasım ve Ali Yağlıca, Fabrikatör Tarık Sarıkatipoğlu, Çırçır Fabrikatörü Mehmet Vakkasoğlu, Adalet Partisi (AP) İl Başkanı ve Kadıoğlu Çiftlikleri sahibi Faruk Kadıoğlu, Belediye Başkanı Ahmet Uncu, Milliyetçi İşçi Sendikaları Konfederasyonu (MİSK) Bölge Temsilcisi (Başkanı) Cemil Tozkoparan katıldılar ...”
Toplantının açılış konuşmasını yapan Hasan Balcı, “Bugüne kadar bizleri koruyabilmeleri için ülküdaşlarımıza her ay 250 bin lira para veriyorum. Sizler ise bugüne kadar bir kuruş yardım yapmadınız. Hükümete haddini bildirmek ve Alevi komünistleri yok etmek istiyorsak mutlaka birleşip bütün gücümüzü ortaya koymalıyız. Elbirliği yapalım, Maraş'ı komünistlerden, POL-DER'cilerden, TÖB-DER'cilerden temizleyelim” demiştir.
Dönemin İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı'nın hazırlattığı rapora göre ise, katliam planlayıcıları dışarıdan gelmişti: “19-25 Aralık 1978 tarihleri arasında Kahramanmaraş otellerinde kalan kişilerle ilgili yapılan araştırmada, kent dışından gelen 26 tane seyyar piyango bayii bulunduğu tespit edilmiştir. Kahramanmaraş ilinde yeteri kadar Milli Piyango bayii vardır. Ve 19-25 Aralık günlerinde çekiliş olamayacağına göre, sahte meslek göstererek kalan bu kişilerin, olaylardan haberdar olarak gelmiş militanlar oldukları kanısı uyanmaktadır.” (Gerçekler net olmasına rağmen, sadece olasılık olarak gösteren dönemin içişleri bakanı daha sonra katliamda direkt rol oynayan MHP'yi aklamaya çalışarak gerçek yüzünü göstermiştir. Belki de bakana göre piyango bu kez Maraş'a çıkmıştı!)
İlginç olan diğer bir nokta ise piyangoculara 2 Temmuz 1993'te Sivas Katliamı'nda tekrar rastlamamız; yıllar geçse de taktik değişmemiştir. Yine dışarıdan gelmişler, katliamdan sonra kaybolmuşlardı! Maraş'a piyango satmaya gidenler arasında yabancısı olmadığımız isimler var. Ünal Ağaoğlu ve Haluk Kırcı ... İşveren ise bu davada yargılanan Ökkeş Kenger. Gazeteci Can Dündar'ın, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'in arşivinde açığa çıkardığı bir belgede ise Maraş Katliamı'nı MİT içerisindeki 3 ismin organize ettiği belirtiliyor. Dokuz madde ve sonuç bölümünden oluşan raporun en ilgi çekici bölümü, “(...) vuku bulan büyük olayların (Malatya, Sivas ve Maraş) çıkacağına dair bir-iki ay evvelinden haber verilmediğinden (...)”. Diğer bölüm ise “(...) yeni vuku bulan Maraş olayı, Türkeş ve Maraş milletvekili Mehmet Yusuf Ö. başta olmak üzere, MİT'ten Şahap H., Ali K., Mehmet K., Avukat Metin E., Nart K.'nın müşterek planlamaları ile çıkarılmıştır.” Bugüne kadar, özellikle Maraş ve Çorum olaylarında MİT'in parmağı olduğuna dair iddialar ortaya atılıyordu. Ancak ilk kez açık açık isimlere yer veriliyor.
Katliam Başlıyor
Olayların başlamasına gerekçe gerekiyordu. Bir yerden fitilin ateşlenmesi ondan sonra ise planlandığı gibi kışkırtmalar ve propagandalar... Tıpkı Çorum, Sivas ve diğerlerinde olduğu gibi. Söylenen yalanların ve propagandanın dili dahi aynıydı. 19 Aralık günü Cüneyt Arkın'ın “Güneşi Gördüm” adlı milliyetçi filminin gösterimi sırasında sinemaya atılan bomba, olayların fitilini ateşlemiştir. Sonradan milletvekili olacak Ökkeş Kenger'in bombayı atan ve olayları başlatan kişi olduğu yargılamaları sırasında sanık ve tanık ifadelerinde açığa çıkmıştır. “Komünistler sinemayı bombaladı” propagandası ile solculara ve Alevilere ait işyerleri, sendikalar, dernek ve partiler saldırıya uğramaya başladı. Tüm kışkırtma çabalarına karşın, kentteki Kürtler, Aleviler ve solcular provokasyona gelmeme konusunda titiz davranırlar, temkinli olmaya özen gösterirler. Katliamcılar ise kararlıdır. 20 Aralık'ta saat 20:00 sıralarında bu kez de, Yeni Mahalle'de sol görüşlülerin ve Alevilerin devam ettiği Akın Kıraathanesi'ne patlayıcı madde atılır ve iki kişi ağır yaralanır. 21 Aralık akşamı, Devlet Hastanesi civarında oturan sağ görüşlü judo ögretmeni Güngör Gençay'ın olmadıgı sırada evine patlayıcı madde atılır.
İki Öğretmen Öldürülüyor
Maraş Meslek Lisesi öğretmenlerinden sol görüşlü Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu, 21 Aralık'ta okuldan evlerine giderken yolda silahlı saldırıya uğrarlar. Hacı Çolak olay yerinde ölürken, Mustafa Yüzbaşıoğlu yaralı olarak hastaneye yetiştirilir; ama kurtarılamaz ve yaşamını yitirir. Öğretmenlerin cenazesi 22 Aralık'ta kaldırılacaktır. Faşistler ve sağcı gruplar, cenaze törenine saldırmak için geceden çevre il, ilçe ve köylere adam göndererek, “Komünistler, Aleviler Cuma namazında camileri bombalayacaklar, Müslüman kardeşlerimizi katledecekler. Bunun hazırlığını yapıyorlar. Müslüman kardeşlerimizi katliamdan korumak için toplanalım” diye çağrı yaparlar. Bu arada Maraş müftüsünün de resmi araçla kentte dolaştığı, halkı kışkırttığı bildirilir.
Faşistlerin ve din görevlilerinin propagandasının sonucu, sayısı on bini bulan kalabalık Ulu Cami'nin etrafına ve cenazelerin geleceği güzergah üzerinde toplanır.
Cumhuriyet Savcısı, otopsisinin çabuk yapılması ve defin için cenazelerin bir an önce teslim edilmesi isteğiyle, Devlet Hastanesi Başhekimi Çetin Diker'i sıkıştırmakta, ancak Başhekim, “Halen kurşunlar bulunamadı, film çekmemiz gerekiyor” diye teslimatı geciktirmektedir. Başhekimin amacı, cenaze törenini cuma namazı bitimine denk getirmektir. Nihayet cenazeler saat 14: 30'da sahiplerine teslim edilir. Başhekim de özel otosuna binerek Ulu Cami'ye gider. Orada toplanan MHP'li tanıdıklarına, “Cenazeyi teslim ettik, birazdan gelirler” der. Devlet Hastanesi'nin bir hemşiresi, o günü, “Otopsinin tamamlanmasından sonra, Başhekim Çetin Bey hastaneden ayrıldı. Giderken bize, sakın ayrılmayın, yaralı ve ölü gelebilir, dedi. Biz korktuk, telaşlandık” diye anlatmaktadır.
Meslek Lisesi'nde yapılan törenden sonra cenazeleri Ulu Cami'ye götürülmek üzere kortej yola çıkar. Korteje beş bine yakın kişi katılmıştır. Yolda polis ve askeri birlikler, kortejdekileri tek tek arayarak ellerindeki pankartlara varıncaya dek, üzerlerinde ne varsa toplar. Cenaze korteji Ulu Cami'ye yaklaştığında, toplanan saldırganlar “Komünistlerin, Alevilerin namazı kılınmaz. Komünistler Moskova'ya, katil iktidar” sloganlarıyla bağırarak saldırıya geçer. Ellerindeki taş, sopa, kiremit parçaları ve patlayıcı maddelerle korteje saldırılması üzerine, iki grubun arasında bulunan polisler, kaçar ve hükümet binasına sığınırlar. Orada bulunan ve sayısı az olan jandarma birliği, havaya ateş ederek saldırıyı durdurmaya çalışmış, ancak başarılı olamamıştır! Kortejdekilerin kaçmak zorunda kalması sonucu ortada sahipsiz kalan cenazeleri askeri birlik alır ve Devlet Hastanesi'nin morguna götürür.
Bu arada, faşist saldırganlar gruplar halinde, şehir içine dalmış, Alevilerin yoğun olduğu mahallelere dağılarak önüne gelenleri dövmeye, ev ve işyerlerini tahrip etmeye başlamıştı. CHP, DİSK, TÖB-DER, POL-DER, TİKP, Tekstil Sendikası ve Sağlık Müdürlüğü'nün binalarını yakıp yıkan saldırganlar, av tüfeği satan bazı dükkanları talan ederek silahlarını götürürler. Sokak ve mahalle aralarında girdikleri çatışmalar sonucu, saldırganların üçü hayatini kaybeder: Cemil Karadutlu, Memili Bakıcı, Hamza Yılmaz. Olaylar, askeri birlikler tarafından ancak geç saatlerde denetim altına alınabilir. Saldırı sonucu, 100'e yakın işyerinin tahrip edilerek yakıldığı saptanır. 22 Aralık günü böyle noktalanır.
Toplu Katliam Başlatılıyor
Gelişmelerin iyiye doğru gitmediğini gören Kürt Aleviler, sol partilerle demokratik kitle örgütlerinin temsilcilerinden oluşan bir grup, aynı gün Vali'ye, Emniyet Müdürü'ne, Jandarma Alay Komutanı'na giderek ertesi günün olaylı geçeceğinden endişe ettiklerini belirtir ve önlem alınmasını isterler. Vali ve yetkililer kaygısızca güvence verirler: “Devlet güçlüdür, her olayın üstesinden gelecek güçtedir. Önlemler alınmıştır. Vatandaşlar emin olsunlar.” Oysa öğretmenlerin cenaze töreninde ertesi günün kanlı geçeceğinin somut belirtileri vardı.
Faşist gruplar ve yandaşları, cenaze töreniyle ilgili saldırı olayını değerlendirerek; saldırı için gerekli sopa, demir çubuk, benzin, gaz, paçavralar, kazma, kürek gibi araç ve gereçlerini tamamlayarak güvenli evlerde saklamaya; saldırıyı yönetecek kadrolarını belirleyerek eksiklerini gidermeye çalışıyorlardı.
23 Aralık Cumartesi günü yapılacak saldırıya ve katliama halkı da katmak için camilerde ve belediye hoparlöründen yapılacak çağrının metni hazırlanır. Sabahında belediye hoparlörü ve camilerden, sabah saatlerinden itibaren aralıksız olarak, “Dünkü olaylarda komünist ve Aleviler tarafından şehit edilen üç din kardeşimizin cenazesi kalkacaktır. Bütün din kardeşlerimiz buna katılsınlar, son görevlerini yapsınlar” şeklindeki duyuru yapılmaya başlanır.
Belediye hoparlöründen yapılan anonsu durdurmak için giden Yüzbaşı Bülent Engin karşılaştığı durumu şöyle anlatıyor:
“... 23.12.1978 günü, saat 06: 30'dan itibaren verilen görev gereğince Eğitim Enstitüsü ve çevresinde tertibat alındığını; saat 08: 00'e doğru askerlerin belediye hoparlöründen tahrik edici yayın yapıldığını bildirmeleri üzerine belediye hoparlörlerini dinlediğini; hoparlörlerden “Vatandaşlar, din kardeşlerimiz, toplanıp akşamki olaylarda ölenlerimizi gömelim” şeklinde yayın yapıldığını; bundan sonra şehrin çeşitli kesimlerinde yer yer dumanlar görüldüğünü ve silah seslerinin gelmeye başladığını; yakındaki belediye binasına giderek yayın odasına girdiğini; yayın odasında kimsenin olmadığını, etrafta bulunanlara, “Bu yayını kim yaptı?” diye sorduğunda, bilmediklerini söylediklerini; saat 10.30'a doğru sokağa çıkma yasağı konulduğunu ve bu yasağın belediye hoparlöründen yayınlatılması emrinin kendisine verildiğini; bunun üzerine tekrar belediye yayın odasına girdiğini, orada bulunan polis memurunun sokağa çıkma yasağına ilişkin Valilik emrini daha önce getirdiği halde yayın yapmadıklarını kendisine söylediğini; orada bulunan memurlara sorduğunda, “Şu anda Belediye Başkanı uyuyor, onun emri olmadan yayın yapmayız” dediklerini, bunun üzerine Belediye Reisi'nin iznine gerek olmadığını, sokağa çıkma yasağı duyurusunun 10 dakikada bir yayınlanmaması halinde yayın odasına el koyup yayın yapmayanları tutuklayacağını söylemesi üzerine duyurunun belediye hoparlöründen yayınlanmaya başladığını; Eğitim Enstitüsü yukarısındaki Hükümet Konağı önünden geçen Trabzon Caddesi üzerindeki büyük bir grubun oradaki dükkanları tahrip ettiklerini ...'
Askeri yetkilinin belirttiği gibi, belediye hoparlöründen yapılan anons hem halkı tahrik etmekte, hem saldırının başlatılmış olduğunun işaretini vermektedir. Bunun üzerine, katil faşistler, daha önceden planlanan işyerleri ve evlere saldırmaya başlıyorlardı.
Sokaklarda yaşanan vahşetin boyutu insan olmanın değerleri ile örtüşmüyordu. Hamile kadınların karnı deşiliyor, çocuk, yaşlı, kadın ayrımı yapılmadan Kürt, Alevi, solcu olarak görülen kim varsa ya öldürülüyor ya da işkenceden geçiriliyordu. Bu vahşet ve barbarlık görüntüsü 25 Aralık gününe kadar sürdü ...
Maraş Katliamı'ndan sonra her zaman olduğu gibi soruşturmalar yapıldı, davalar açıldı. Sıra katliamın bilançosunun çıkarılmasına gelmiştir. Saldırılar durmuş; ama halkın korkusu dinmemiştir. CHP Milletvekili Oğuz Söğüt, “Yaşananların bir soykırım olduğunu ve Alevi nüfusun yüzde 80'inin kenti terk ettigini” söylüyordu. Maraş Katliamı olmuş bitmiş, Ecevit hükümeti 26 Aralık'ta toplanan Bakanlar Kurulu'nda çareyi 13 ilde sıkıyönetim ilan etmekte bulmuştu. “Sağa da, sola da karşıyız” diyerek iktidar olmaya çalışan Ecevit, katliamı, “Kahramanmaraş toplumsal olayları” olarak anıyordu. Günaydın Gazetesi'nin 28 Aralık'taki manşeti durumu açıklıyordu: “Demirel keyifli. Yeniden başbakan olma umudu Demirel'i sevindirdi” ve “Ecevit sıkıntıdan sigarayı günde iki pakete çıkardı.”
Katliamın Bilançosu:
- Ölü sayısı 111
- Yaralı sayısı 1000'in üstünde
- Tahrip edilerek yakılan ev 552
- Tahrip edilerek yakılan işyeri 289
Tanıkların Anlatımından ve Yaşananlarla Maraş Katliamı
Tanık İsmail Laçin'in savcılık ifadesi tutanağında şu bilgiler vardır: “Çiçek Sineması'na patlayıcı madde atıldığı gece, Manisa'daki kızına telefon etmek için PTT'de bulunduğu sırada Sanık Ökkeş Kenger'in gelerek bir konuşma yaptığını ve PTT'den ayrıldığını; sanığın ne konuştuğunu duymadığını, aradan 5-6 dakika geçtikten sonra sinemada patlama olduğunu; bir sivil şahsı içeriye getirdiklerini, dışarıdaki halkın PTT'yi taşlayıp camları kırdığını; daha sonra gelen polislerin bu sivil şahsı alıp götürdüklerini, “Sanık Ökkeş Kenger'in bir süre sonra bu defa yanında 15 kişilik bir grup ile tekrar PTT'ye gelip telefon yazdırdığını; telefonu hemen çıkınca durumun ilgisini çektiğini, zaten kabinin kapısının da açık olduğunu ve konuşmanın da rahat duyulduğunu, “Orası Genel Merkez mi? Ben teşkilattan Ökkeş Kenger, sen onlara söyle beni tanırlar, burada sinemaya bomba atıldı, 10 yaralı var, 4'ü ağır, söyle acele gelsinler!” dediğini; bu ikinci konuşmada sanığın yaralıların ismini yazdırmadığını ve herhangi bir dergi isminin geçmediğini söylemektedir.”
Maraş Valiliği, İsmail Laçin'in ifadesi doğrultusunda telsizle durumu İçişleri Bakanlığı'na iletir. Yapılan araştırmada Ökkeş Kenger'in Ankara'da konuştuğu telefonun Ülkücü Gençlik Derneği'ne ait 294351 no’lu telefon olduğu; ve konuşmanın, patlayıcı maddenin atıldığı gün 20: 40 ile 22: 27 saatleri arasında yapıldığı tespit edilir. Polise ve Sıkıyönetim Komutan Yardımcıları’na verdikleri ifadeleri mahkemede kabul etmeyen sanıkların tümü, yargılama sonunda delil yetersizliğinden beraat eder. (Hatta birinci Sanık Ökkeş Kenger, MHP ve BBP'den milletvekili olarak Meclis’e girer.)
Bombayı atanlardan birinin polis olduğunu teşhis eden tanık Cuma Avcı'ya, “O polis memuru idi. Suçlu o değil. Bombayı atanlar parkalı olur. Onlar uzun bot giyerler, sakallıdırlar, bıyıklarına dikkat ettin mi?” gibi şeyler söylenir. Sonra Salman Ilıksoy yine amir odasına teşhis için alınır. Cuma Avcı bombayı atan şahsı ısrarla tanır ve teşhis eder.
Son olarak, Emniyet Müdürü Kamuran Korkmaz'ın emriyle aynı karakolun bir başka odasına geçilerek, dosyada bulunan teşhis zaptı düzenlenir.
Olaylardan önce, Ankara İli Bahçelievler, Karşıyaka ve Keçiören semtlerinde oturdukları bilinen Hüseyin Yıldız, Ünal Ağaoğlu, Haluk Kırcı, Mustafa Özmen, Mustafa Dülger, Remzi Çayır, Mustafa Demir, Bünyamin Adanalı, Ahmet Ercüment Gedikli, Mustafa Korkmaz ve İsmail Ufuk ile Mehmet Gürses isimli şahısların Maraş iline gittikleri öğrenilmiştir. Yine İskenderun Demir Çelik İşletmesi'nde Fabrika Stok Kontrol Müdür Muavini olan Hayri Kuşçu, Çelik-İş Sendikası yetkililerinden Tuncay Terekli... isimli şahısların olaylardan önce ve olaylar sırasında Maraş'a gittikleri öğrenilmiştir.
Tekstil Fabrikası'nda işçi olarak çalışan İsmail T. saldırı günü Bağlarbaşı Camii'nde sabah namazındadır. Saldırgan grup, harekete geçince korkusundan ayrılamaz, birlikte saldırıya katılır, saldırı sırasında tanık olduğu katliamı sonra şöyle anlatır:
“Bağlarbaşı Camii'nde Hoca, her gün verilen vaazdan bir saat önce vaaz vermeye başladı. Ben de erkenden kalkıp Cami'ye gittim. Cami'de üç bine yakın topluluk vardı. Herkesin elinde tahra, balta, sopa, ne ararsan bulunuyordu. Cami'de hoca vaaz veriyordu. Verilen bu vaaz, tamamen oradaki kalabalığı kışkırtmaya çalışıyordu. Hoca, Hükümet komünist bir hükümettir. Geçmişte de komünistler camilerimizi kapatıp kitaplarımızı yaktırdı. Şimdi de komünistlere yardım edip Ulucami'yi yaktırdı. Müslüman din kardeşlerimizi öldürdüler. Allah’ını seven Müslüman olarak cenk meydanında toplansın. Kâfirlere ve Alevilere karşı hadlerini bildirmeliyiz” dedi. “Hükümeti yıkmak ve yerine Müslüman hükümetini kurana kadar kanımızı akıtmak için kararlı mıyız?” diye sordu. Orada bulunan kalabalıktan bazıları “Kararlıyız” diye bağırınca, caminin dışına çıkıldı. Ülkücü gençlerden oluşan vahşet ekibi ayrı bir grupta toplandı. Benim de içinden kurtulup kaçamadığım ikinci grup ayrı bir yerde toplandı…”
“Benim içinde bulunduğum grubun başını Namık Kemal Mahallesi Kalkındırma ve Yardımlaşma Derneği Başkanı ve cami hocası, muhtar, belediye zabıtası Ahmet Fedakar çekiyorlardı. Bu grupta Bertiz köylüleri vardı. Muhtarın atışıyla saldırıyı başlatıp Bağlarbaşı Mahallesi'nde bir Alevi evini ateşe verdiler. İçeride alevler arasında bir genç gelin pencereden atlayıp dışarı kaçarken, onun üzerine yürümek istediler. Kalabalığın içinde bazıları “Kadınlara ve çocuklara dokunmayalım” deyince, gelini geri bıraktılar. Ama içeride üç çocuk alevler arasında uyurken kül olup gittiler. Bu olayda bazı insanlar dayanamadıklarını belirtip ayrılmak istediler. Grubu idare edenler, arkadan ayrılıp kaçan olursa hemen vuracağız ihtarıyla cevap verip orta kısma silahlı kişileri koydular.
“İkinci olarak 'Allah Allah' naralarıyla bir Sünni evine saldırdılar. Buradaki Sünni evinde iki Alevi saklanıyormuş. Önce, Sünni olan ev sahibi dışarı çıktı. Ona evinde Alevi sakladığını söylediler, inkâr etti. Bunun üzerine evin bodrum katında iki Alevi vatandaşı bulup getirdiler. Önce Alevileri saklayan Sünni vatandaşı silahlarla vurup öldürdüler. Bu öldürme sırasında Aleviler korkudan yalvarıyorlardı, hiç aldırış etmeden onları da vahşice öldürdüler.”
Dönemin Siyasilerinin Gözünden Maraş Katliamı
AP Genel Başkanı Süleyman Demirel'in, Maraş Katliamıyla ilgili olarak yaptığı açıklama şunları söylemişti:
“... Kahramanmaraş'ta meydana gelen olaylar, bir olaylar zincirinin parçası sayılmalıdır. Kars'ta, Erzincan'da, Sivas'ta, Elazığ'da, Malatya'da, Gaziantep'te, Urfa'da meydana gelen olaylar zincirine, Kahramanmaraş olayları eklenmiştir... Şimdi meselenin başka bir cihetine bakalım. Burada yaralananların tümü kurşunla yaralanmış ve kurşunla ölmüştür. Demek silah kullanılıyor. Bu silahlar burada depo haline gelinceye kadar hükümet neredesiniz? Kime neyi izah edeceksiniz? Bunlardan haberiniz olmadı mı? Haberiniz olduysa niye toplamadınız? Sivas'ta aynı hadise olmuştu. Sivas'ta Alibaba Mahallesi silah deposu haline gelmiş, hükümetin bundan haberi olmuş, burayı arama cesaretini gösterememiştir, aramamıştır. Elazığ'da ve Malatya'da benzeri olaylar olmuştur. Solculuk, Halk Partisi'nin himayesine girdikten sonra Türkiye bu duruma geldi. Bunun aksini söyleyecek kimse yoktur.”
MHP Genel Başkanı Alpaslan Türkeş'in açıklaması ise şöyleydi: “MHP'yi suçlamaya kalkışmakla son derece gülünç olmaktadır. Emrine aldığı ve yalan yayan istasyonu haline getirdiği, TRT de kendilerini kurtaramayacaktır. Ecevit'i huzurunuzda bir defa daha uyarıyoruz. Derhal işkenceleri durdurunuz. İşkencecileri derhal adalete teslim ediniz. Anayasa'ya ve kanunlara bağlı kalınız. Kin ve düşmanlık saçan uygulamalardan ve konuşmalardan derhal vazgeçiniz. Adaleti ve tarafsızlığı her şeyin üzerinde tutunuz. Aksi takdirde ülkeye huzur değil kavga, barış değil savaş getirmeye devam edeceksiniz. Bu tutumunuzda ısrar ederseniz, tarihe kanlı bir iktidarın başı olarak geçeceksiniz.”
CHP Genel Başkanı ve Başbakan Bülent Ecevit'in, Maraş Katliamı'yla ilgili olarak yaptığı açıklamalar ilginçtir:
“Son zamanlarda sürekli olarak ve giderek artan ölçüde maalesef halkımız kışkırtılmaya kalkıldı. Bir yanda “Bu kış ülkeye komünizm geliyor” haberleri yayılıp, iddialar yapılır, bir yanda da buna karşı Endonezya tipi soykırım ve ayaklanma açıktan açığa kışkırtılır. Son günlerde de toplumun bütün kesimleri açıktan direnişe ve ayaklanmaya kışkırtıldı. İşte tüm bu kışkırtmaların ve tertiplerin acı sonuçları Maraş'ımızda maalesef görülüyor... Öyle anlaşılıyor ki, şimdi halkı olayların içine çekebilmek için, bir devlet gücüyle halkı karşı karşıya getirebilmek için mezhep ayrılıklarının belirgin olduğu yurt köşelerinde kışkırtmalarını ve tertiplerini yoğunlaştırmış bulunuyorlar ...”
“Kendi milletine kıyanlar milliyetçi değildir, olamazlar da. Cinayetleri işleyenler kadar bunları yetiştirenler ve kışkırtanlar da sorumludurlar. Bazı gençler kamplarda soykırım ve katliam için yetiştirilmiştir…”
“Bunlar devlet dışında bir devlet gücü oluşturmaya başlamışlardır.”
Türkiye İşçi Köylü Partisi’nin açıklaması:
“Dün halka yapılan saldırının başını ÜGD Başkanı Mehmet Leblebici çekmiştir. MHP ileri gelenlerinden fabrikatör Hasan Balcı ise iki öğretmen arkadaşımızın öldürülmesinden beri çevre illerden saldırgan toplayandır. Dünkü kanlı olayların uygulamasında önemli rol oynamıştır. Faşist saldırganlar, mezhep düşmanlığı propagandasıyla birkaç günden beri cenazeye karşı kışkırtmalarda bulunmuşlardır. Vali ve Emniyet Müdürü, defalarca uyarılmasına rağmen başlangıçta az olan saldırganları dağıtmamış, onların güç toplamasına izin vermiştir...”
Türkiye İşçi Partisi’nin açıklaması:
TİP Genel Başkanı Behice Boran'ın açıklaması: “Faşist terör istediği yerde istediği gibi kol gezmektedir. Hükümet terör yuvalarının ve arkasındaki güçlerin üzerine cesaretle gitmeli ve sonuç almayı başarmalıdır. Hükümet güvenlik kuvvetlerini kesin olarak kendi emri altına almayı ve istihbarat örgütünü kendi emri ve kontrolü altına almayı başarmalıdır.”
MSP Genel Başkan Yardımcısı Recai Kutan: “Maraş'taki kanlı olaylara partimiz katılmadı. ‘Müslüman Türkiye' bizim sloganımız değildir. Olaylara katılmadığımız için bazı çevreler bize kızıyorlar.”
Basında Katliam:
Milliyet (25.11.1978)
“Ellerinde sopalar ve taşlar bulunan, tekbir getirerek ve 'Müslüman Türkiye, Komünistlere ölüm' diye slogan atarak yürüyen grubu durdurmak için askeri birlikler havaya ateş açmışlardır. Sağ şiddet eylemcileri (Saat 11: 30) şehrin doğu ve batı mahallelerine doğru sızmışlar ve burada bazı evleri ateşe vermişlerdir. Yangını söndürmek için gelen itfaiyeye de ateş açmışlardır…”
'Komando taburu tarafından yapılan aramada Yusuflar Mahallesi'nde bir dere içinde 5'i polis olmak üzere 16 ceset bulundu. Komando çavuşu, cesetlerin bulunduğu derede başka ölülerin olduğunu belirterek sayının 100'e yakın olduğunu söyledi.”
Hürriyet (26.12.1978)
“Girilen evlerden ve enkaz altından cesetler çıkarılıyor. Cesetlerin kokmaması için çevre illerden buz istendi. Cuma gününden bu yana örgütlenmiş saldırgan toplulukların yarattığı dehşet ve terör... Ölü sayısı 98, yakılan-yıkılan enkaz altında cesetler bulundu. Askeri birlikler, girilmeyen Yörükselim Mahallesi'ne giderek kontrol altına aldı. Çamlık tarafında bir topluluk askerlerin üstüne ateş açtı.”
“Mağaralı Mahallesi'nde kokmaya başlayan 16 ceset bulundu. Otopsilerin Belediye Mezbahası'nda yapıldığı öğrenildi. 2.500 kişilik seyyar mutfak Ankara'dan getirildi.”
“Saldırganlara dinamit lokumu ve silah dağıtıldı. Adını açıklamayı sakıncalı bulan bir yetkili, 'Maraş Müftüsü'nün resmi araçlarla kenti dolaştığını ve halkı kışkırtıcı konuşmalar yaptığını, olayların bundan sonra başladığını' öne sürdü.”
Cumhuriyet (24.12.1978)
“CHP'li ve Alevi yurttaşların ev ve işyerleri ateşe verildi. Alevilerin yoğun olduğu Yörükselim, Yeni Mahalle semtlerinde kurşun yağmuruna tutulan bazı evlerde Alevi yurttaşların satırla hunharca öldürüldükleri, Hastane çevresini de kontrol altına alarak getirilen yaralılara ateş ettikleri, bazılarını kurşuna dizdikleri öğrenildi.”
“Gazipaşa semtinde askerlere sığınan iki kişi eylemciler tarafından geri alınarak bunlardan biri silahla öldürüldü, biri ağır yaralanarak sokakta bırakıldı.”
“Saldırganlar, sağlık ocağındaki iki yaralıyı zorla dışarı çıkararak kurşuna dizmişlerdir.”
“Saldırganlar, Devlet Hastanesi'ni çevirerek hastaneye getirilen yaralılara silahla ateş etmişlerdir. Yaralıları taşıyan ambulans şoförü de silahla öldürülmüştür.”
“Alevilerin yoğun olduğu Yörükselim, Yeni Mahalle ve Karamaraş Mahalleleri saldırının yoğunlaştığı, katliamların arttığı mahallelerdir. Uzun menzilli silahlarla taranmışlardır. Evler ateşe verilmiştir. Girdikleri evlerde yurttaşları satırla hunharca katletmişlerdir.”
Tercüman ( 25.12.1978)
“24.12.1978 günü saat 10: 00 sıralarında bir patlama ve silahlı bin kişilik bir grubun hükümet konağına yürümesiyle yeniden yoğunlaşmıştır. Evlerden de askerlerin üstüne ateş açılmıştır. Bu saldırıyı vilayette İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı da izlemiştir.”
Emniyet kuvvetlerinin giremediği mahallelerde patlama ve silah sesleri yoğunlaşmıştır. Bu arada çocukların, kadınların, yaşlıların üzerine gaz, benzin dökülerek yakıldıkları haberi vilayet binasına ulaşmıştır.”
“Milli Eğitim Müdürü Kasım Koç, olaylar başlayınca sığınmak amacı ile Çokyaşar Köyü'ne gitmiş: 'Orada durumun daha feci olduğunu gördüm. 4 kişiyi gözlerimin önünde silahla tarayarak öldürdüler, ölü sayısı en azından 15'dir’ demiştir.''
Maraş Katliamı'nın Sonuçları
Maraş Katliamı'ndan sonra her zaman olduğu gibi soruşturmalar yapıldı, davalar açıldı. Olaylar sonucu, sanık ifadelerinde, tanık beyanlarında, devletin güvenlik görevlilerinin raporlarında, basının olaylara ilişkin haber ve fotoğraflarında, iddianame ve yargılamayı yapan Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi Gerekçeli Kararı'nda, katliamı planlayıp uygulayanlar olarak MHP, Ülkücü Gençlik Derneği ve MİSK gibi yasal olarak kurulmuş parti ve örgütler ile ETKO, Kontr-Gerilla gibi illegal örgütlerin adı geçmektedir.
Resmi kayıtlarda olaylar tamamen faşist örgütlenmenin işi olarak gösterilse de katliamın çok yönlü bir planın gerekçesi olduğu kesindir. Başbakan Ecevit'in arşivinde çıkan MİT bilgisi, İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı'ın açıklama ve yaklaşımları bu katliamın devletten bağımsız gerçekleşmediğini gösteriyor. O dönem Amerikalı bir yüzbaşının Maraş'a gelerek çeşitli görüşmeler yaptığı bilgisi de katliamın sadece devletin değil, ABD'nin de içerisinde olduğu bir planlamayla olduğu anlaşılıyor. Askerin 12 Eylül faşist darbesine giden süreci adım adım ördüğü bu yolda, Maraş Katliamı önemli bir dönemeçtir. Faşist darbenin halk üzerinde meşruluk ve destek kazanması için sokaklar denetime alınmış ve ülke adım adım faşist darbeye taşınmıştır.
Burada ilginç olan nokta ise Türkiye'de siyaset yapan her kesim darbenin ayak seslerini duyuyor ve kendini ona göre planlıyor; ama güçlü olmalarına rağmen kimse darbeyi önleyemiyor. Maraş Katliamı siyasi sonuçları anlamında planlayanlar tarafından başarı ile uygulanıyor ve karanlığa giden yolun başarılı bir adımı atılıyordu. Siyasi kesimler halktan koparılmaya, kitleler terörize edilerek tek umudun asker olduğu ve darbenin tek kurtuluş olduğu mesajı güçlü olarak veriliyordu.
Öte taraftan çok fazla irdelenmeyen ve görülmeyen bir gerçeklik de devletin Kürt hareketine karşı vermiş olduğu mesajdır. Kürt hareketinin yeni örgütlenme ve kurumsallaşma sürecinde egemenler çeşitli eylemlerle büyümesinin önünü kesmeye çalışmıştır. Özellikle güçlü girdiği ve kozmopolit bir kimliğe sahip olan Maraş, Antep, Malatya gibi illerde örgütlemesinin önünü kesmek için direkt yönelimler göstermiştir. PKK MK üyesi Haki Karer'in ajan provokatör bir güç tarafından vurulmasının ardından Maraş Katliamı Kürt hareketine karşı verilmiş olan sert bir yanıttır. Kürt hareketinin Maraş vb. yerlerde örgütlenerek Kürtler dışındaki kesimlere ulaşmasının önü kesilmek istenmiştir. Buradan Kürt hareketinin daha örgütlenmeden bitirilmesi hedeflenmiştir. Maraş Katliamı'nın belki de en trajedik yanı ise egemenlerin kendi planlarını uygulamak için düşündükleri planların malzemesinin her zaman Kürt Kızılbaş-Alevilerin olmasıdır. Tarihsel kinin gereği midir, yoksa savunmasız ve en rahat kırılacak toplum olarak görülmesinden midir, bilinmez; ama Kürt Kızılbaş-Alevilerin kaderi bu topraklarda hep katliam olmuştur.