Yolsuzluk konusunda, HDP’yi yöneten bazı BDP’li siyasetçiler ve Türk solundan partiler, birbirini idare etmek gibi bir ittifak siyaseti uyguluyorlar. Ortak bir çizgide buluşmuş değiller. HDP’den bağımsız davranan BDP ise, Öcalan-PKK siyasetine uygun olarak hükümet karşıtı darbe girişimini örgütleyen güçlerin paraleline düşmeyecek bir söylem kurma çabası içinde.

Öcalan-PKK’nin “yolsuzluk” operasyonuna yaklaşımı, şu anda Türkiye’deki en sağduyulu ve gerçekçi siyasete işaret ediyor. Hükümetin karşı karşıya kaldığı darbe girişimini görmezden gelip CHP’nin kuyruğuna takılan Türk solunun açmazlarına ortak olmayı kabul etmiyor. Türk solunun barış ve demokratikleşme talebini yükseltmek gibi bir becerisi ve isteği olamadığını görüyor.

Güncel olarak “Hükümet İstifa!” talebinin Türkler için demokratikleşmeyi içerdiği tabii ki söylenebilir. Fakat bu talebin Kürtlerle barış ve Kürtler için demokrasiyi teğet geçtiğine kuşku yok. Demek ki, demokrasi talep eden, daha doğrusu sadece kendine demokrat ırkçılık da olabiliyor. Bu durumda, Kürtlerin kapsamlı bir Türkiye açılımını üç vakte kadar ertelemesinden başka seçeneği yok.

Bu ülke eroin kaçakçılığı ile ülke ekonomisini ayakta tutmak isteyen başbakanlar da gördü. Gerçekten hesabını sormaya kalksan, devletin tamamını mahkûm ve ilga etmek zorundasın. Peki, ortada hakikat ve adalet komisyonunu inşa gibi bir talep ya da çalışma var mı? Ara ki bulasın.

Türk devleti yapısal olarak sürdürülemez bir noktaya geleli çok oldu. Kürt-Türk, Alevi-Sünni, laik-dindar, sağ-sol çatışmaları üzerinden kanlı bir otorite inşa edip sürdürmek, sonra da iktidar pastasını paylaşım savaşları vermek TC devletinin olmazsa olmaz bir özelliği. Toplumsal olarak en zayıf halka Kürtlerdi, nihayet 1990’larda ayağa kalkma fırsatı yakaladıklarında, bu kapana sıkışıp kalmak istemediklerini ilan ettiler.

Kürtler, fırsat çıktığı anda, Türklük adına inşa edilen ve düzenli iç çatışmaya dayalı insanlık dışı düzenin dışına çıkarlar. Fakat uluslararası güçler Kuzey Kürdistan’ın Türkiye’den ayrışmasını çıkarlarına uygun görmüyor. İster istemez Kürtlerle Türklerin kaderi birleşiyor.

Halihazırda bu kader ortaklığı zoraki bir nitelik arz ediyor; tıpkı sonu nereye varacağı belli olmayan çatışmasızlık süreci gibi. Açılımın gerekli olduğu bir Türkiye var ama açılım yapılabilecek bir Türk kamuoyu yok. Irkçılık duvarı çok kalın inşa edilmiş ve alabildiğine sosyalleşmiş.

Hükümetin organize ettiği ve çok eleştirilen “akil insanların” sahneden çekilmesinin üzerinden çok zaman geçti. Yani hükümet uzun zamandır barış meydanını boş bırakmış durumda. Peki, niçin bu yönde bir aydın hareketlenmesi yok?

Öyle görünüyor ki, TC devletinin üzerinde yükseldiği çatışmacı insanlık dışı düzenin belirlenimi altında hareket eden bir Türk aydın sınıfı şekillenmiş durumda. İçinde büyüdüğü ırkçılık bataklığından çıkamıyor. El verildiğinde biraz çıkar gibi oluyor. Ama nihayetinde içine gömülüyor.

HDP’nin Türkiye çapında sistem karşıtı güçlü bir muhalefet dalgası yaratama iddiası epeyce aşınmış durumda. Kürt hareketi, bir kez daha açılımı ihale etmenin bedelini ödüyor. Çünkü Türk solundan “Hükümet İstifa!” diyenler, bir sağ-sağ çatışmasının tarafı haline geliyor. AKP karşısında Cemaat soslu sağ liberal bir koalisyon hareketi olarak yapılanmaya çalışan CHP’nin değirmenine su taşıyor. Irkçılık illeti öyle bir şey ki, sağı solu birbirine karıştırıyor.

Bu zehirli karışımı gıda niyetine yudumlayanlarla Kürtlerin işi olmaz, olamaz. Kürt hareketini yönetenlerin artık Türkiye açılımını Türk solu ve Kürt dostu aydın çevreleri üzerinden gerçekleştirme projelerinden vazgeçmesi lazım. Bu siyasetin toplumsal dayanakları yok ve oluşmuyor. Türk kamuoyuna hâkim ırkçılığın tasfiyesi, bir yerden sonra Kürtleri aşan bir mesele. Kürt dostu Türk aydınlarının devlet iktidarına indirgenmiş eleştirel bakış açısı, işlevsiz kalmalarına neden oluyor. Kürtlere açılacağız derken Türklere açılamıyorlar.

Kürt hareketinin Türkiye açılımına ilişkin sorunları, taktik değil stratejik bir sorgulamaya tabi tutulduğunda anlaşılabilir. Değişik biçimlerde asimilasyona yatmış Kürt ile bilinçli bilinçsiz ırkçılık bataklığına saplanmış Türkün el ele yaşadığı çürümeyi deşifre ederek işe başlamak gerekir. Görmezden gelmekle bu realite ve sonuçları ortadan kalkmıyor.