Noam Chomsky ve Edward Herman, radikal medya eleştirisi alanında bir başyapıt olarak kabul edilen Rızanın İmalatı[1] adlı kitaplarında ilginç bir kategori önerirler: Değerli ve değersiz kurbanlar. Değerli kurbanlar, ABD’nin (veya Batı dünyasının) diktatörlükle yönetildiği için  “düşman” ilan ettiği ülkelerde rejimin gadrine uğramış, hak ihlallerine maruz kalmış kişilerdir. Değersiz kurbanlar ise, ABD’nin “dost ve müttefiki” ülkelerde ağır insan hakları ihlallerinin mağduru olan kurbanlardır. Birinciler Batı medyasında kendilerine geniş yer bulurken, ikinciler hakkında doğru düzgün bir habere rastlamak bile güç olabilir.

Rızanın İmalatı’nın 2002 tarihli güncellenmiş yeniden basımında Chomsky ve Herman bizim için son derece tanıdık olan şu iki vakayı karşılaştırır: 90’larda Kosova’da Sırp yönetimi tarafından yerinden edilen Arnavut azınlık ve Türkiye’de baskıya uğrayan Kürtler. Kriter, her iki konuya başlıca Amerikan yayın organlarında (New York Times, Los Angeles Times, Washington Post, Time ve Newsweek) ne kadar yer ayrıldığıdır. Sonuç şudur: 1998-99’da Kosovalı Arnavutlardan bahseden toplam 220 haber, makale, başyazı, okur mektubu vs. varken, 1990-99 arasında aynı yayın organlarında Türkiye’de Kürtlerin durumundan sadece 14 kez bahsedilmektedir.[2] Oran korkunçtur: Ana-akım Amerikan medyasının gözünde Kürt kurbanlar, Kosovalı Arnavut kurbanların sadece yüzde 6,36’sı kadar değerlidir!   

Rojova’daki katliamların, Batılı ana-akım medyada, BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği (UNHRC), Uluslararası Af Örgütü, İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi saygın insan hakları kuruluşlarının sitelerinde ne ölçüde gündeme geldiğini merak edip baktığımda, aklıma işte bu değerli/değersiz kurbanlar ayrımı geldi. Zira sonuç hemen hemen aynıydı: 14 Ağustos itibariyle neredeyse hiç haber, makale vs. yoktu. Uluslararası medyadaki tek istisna, eski ismiRussia Today olan RT adlı bir Rus TV kanalıydı.   

Rojava Kuşatma Altında

Rojava’daki katliamlar, ANF gibi Kürt Hareketi’nin medya organları ve bazı bağımsız Kürt haber siteleri dışında uluslararası alanda tam bir sansüre uğrarken, Rojava da kuşatma altında tutuluyor: Kuzeyden Türkiye eskisi kadar açıktan açığa olmasa da, sivil halkı katleden El Nusra, Irak-Şam İslam Devleti gibi çeteci grupları hâlâ destekliyor. Görünen tek değişiklik halkın sert tepkisi üzerine çetecilerin artık Ceylanpınar yerine Akçakale sınır kapısı üzerinden Suriye’ye geçirilmesi. Rojava’ya insani yardımların ulaştırılmasına zorluk çıkartılıyor. Demokratik Özgür Kadın Hareketi’nin (DÖKH) organize ettiği insani yardım kampanyası malzemelerini taşıyan kamyonların sınırı geçmesine ancak 8 gün sonra ve halkın tepkisi üzerine izin verildi. Serêkaniyê’nin [Ceylanpınar’ın Suriye tarafında kalan kısmı] ve aynı yerdeki sınır kapısının YPG’nin eline geçmesinin ardından, çatışmalarda yaralanan siviller ve YPG’lilerin tedavi olmak üzere Türkiye’ye geçmesine izin verilmiyor. Oysa Ceylanpınarlılar, çok yakına kadar El Nusra üyelerinin tedavi ve askeri eğitim amacıyla sık sık Türkiye’ye giriş-çıkış yaptıklarını dile getiriyorlar. Bütün bu gelişmeler ve sınırın diğer tarafından atılan kurşunla bir gencin yaşamını yitirmesine ilişkin bilgiler, İHD’nin Ağustos başında hazırladığı Rojava'da Yaşanan Savaş ve Savaştan Etkilenen Ceylanpınar Halkının Mağduriyeti Hakkında Rapor'da bulunabilir.

Rojava, Ağustos sonunda Erbil’de ilk kez düzenlenecek olan Kürt Ulusal Konferansı arifesinde Irak Bölgesel Kürt Yönetimi (BKY) tarafından da abluka altında tutuluyor. Irak Kürdistanı ile Rojava arasındaki tek sınır kapısı olan Semalka BKY tarafından ambülansların ve yaralıların geçişine kapalı tutuluyor. Rojava’daki Kürtler, bir başka Kürt oluşumu olan Irak Federe Kürdistan Bölgesi’ne (IFKB) yaralılarını geçiremiyorlar, IFKB üzerinden kendilerine gönderilen insani yardıma ulaşamıyorlar.

Bu konuda BKY ile PYD Eşbaşkanı Salih Müslim arasında ilginç bir polemik de yaşanıyor. BKY, Semalka sınır kapısının “ticarete” kapalı, fakat “insan geçişine” açık olduğunu öne sürerken, Müslim gerçeği öğrenmek isteyenin gidip yerinde inceleme yapabileceğini söylüyor.

10 Ağustos’ta tuhaf bir gelişme yaşandı. Mesut Barzani muhtemelen karşılaştığı yoğun baskı yüzünden Kürt Ulusal Kongresi Hazırlık Komitesi’ne bir mesaj göndererek, Rojava’daki katliam iddialarının araştırılmasını istedi. “Eğer bilgiler doğruysa, Rojavalı kadın ve çocukların güvenliği için tüm olanaklarını devreye sokacaklarını” söyledi. Oysa katliamın birinci elden tanıklarının ANF’de yayımlanan şu anlatımlarına bakılabilirdi:

“[El Nusra üyeleri] Rêkan Skeyf, Mustafa Batuşi ve Hüseyin Xemisi adındaki sivil insanları evlerinde yakalamışlardı. Bu her üç insan da rastgele evlerinin taranması sonucu yaralanmışlardı. Hüseyin Xemisi’nin boynuna ip geçirerek arabanın arkasına bağlamışlardı. Evinden Til Eran meydanındaki Bozan’ın fırının yanına kadar sürükleyerek getirdiler. Mustafa’nın kafasına silah dipçiği ve taşla parçalanana kadar vurdular. Çığlıkları yeri göğü inletiyordu. Kafasını silah dipçiği ve taşla parçaladıktan sonra kafasını kestiler. Diğer ikisinin de kafalarını kestiler ve her üç insanın kafalarını ellerine alarak fırının damına çıkardılar. Gözlerimle gördüklerime inanamıyordum.”[3]

Bu sessizlik Niye ve Biz Ne Yapabiliriz?  

ABD’nin inisiyatifiyle Öcalan-hükümet arasında barış görüşmeleri yapılır ve bu sürece uygun olarak PYD şbaşkanı Salih Müslim Türkiye’de resmi görüşmeler yürütürken uluslararası medyayı ve insan haklarını kuruluşlarını içine alan bu sessizlik niye?

Politik olarak hazır bir yanıt vermek güç. Türkiye, ABD tarafından El Kadide bağlantılı gruplardan desteğini çekmesi için uyarılmıştı. Fakat ABD’nin göz yumma ve görmezden gelme politikasını hesaba katmadan uluslararası medya ve “saygın” insan hakları örgütlerinin Halep kırsalındaki katliamlara “iddia” düzeyinde dahi yer vermemesini açıklayamayız.

Sanıyorum Rojava halkının suçu şu: Özerk bir yapı olmakta direndiği ve Kürt halkının çıkarlarını pazarlık konusu yapmadığı için uluslararası güçlerin pek haz etmediği PKK-PYD çizgisini desteklemesi. Gazzeli Filistinliler seçimlerde, ABD ve Batı dünyasının favorisi El Fetih yerine Hamas’ı desteklediğinde benzer bir durum yaşanmıştı. Bunun üzerine İsrail, 2008 sonunda Dökme Kurşun adlı “cezalandırma” operasyonunu başlatmış ve vahşet düzeyindeki saldırılarla çoğu sivil 1.000’in üzerinde Filistinliyi öldürmüştü.

PKK çizgisinin Türkiye Kürdistan’ındaki gücü zaten biliniyor. İran’da PJAK aracılığıyla belirli bir güce sahip. Rojava’da ise PYD, halkı başarıyla savunabildiği daha da güçleniyor. PKK çizgisinin güçlenmesinin önemli bir nedeni de, Ortadoğu’da Kürt sorununa hem gerçekçi hem de halkların kardeşliğine dayalı bir çözüm önermesi. Kürdistan’ın her parçasındaki Kürtlerin, başka bir ulus-devlet kurmak için kanlı çatışmalara girmeden kendi öz kurumlarını inşa etmesi ve diğer halklarla demokratik bir birliktelik içinde yaşamasını savunuyor.

Ne zaman ki Rojava’da YPG, El Kaide bağlantılı çeteci grupları tamamen alt eder ve Türkiye bu gruplara sunduğu desteği geri çekmeye zorlanır, işte o zaman, onca katliam ve acı pahasına Suriye Kürtleri kendilerini uluslararası alanda kabul ettirmiş olurlar.

Biz bu sürecin çabuk bitmesi, Türkiye’nin insanlıktan nasibini almamış bu katillere desteğini çekmesi için bizatihi kendi kamuoyu tarafından da baskı altına alınması ve Rojava halkının temel insani ihtiyaçlarının karşılanması için birkaç temel faaliyete odaklanabiliriz. En önemli ve acil olanı, hiç kuşkusuz Rojava’ya insani yardım kampanyasını yaygınlaştırmak. Halihazırda Diyarbakır Eczacılar Odası tarafından bir yardım kampanyası başlatılmış dudumda. Yardımları hem ilaç ve diğer ihtiyaç malzemeleri olarak kargoyla göndermek hem de Diyarbakır Eczacılar Odası’nın resmi olarak açtığı hesap numarasına nakdi olarak yatırmak mümkün.

Belki başka parklarda da vardır. Ama Abbasağa ve Yoğurçu parklarında Rojava için insani yardım masaları açılmış durumda.

İkinci olarak yoğunlaşmamız gereken faaliyet, parklardan başlayarak Rojava konusunda toplumsal bir farkındalık yaratmak olmalı. Çünkü, yukarıda da değindiğim gibi, gerek uluslararası gerekse ulusal düzeyde tam bir sessizlik ve sansür var. Kendi gözlemlerine göre, parklardaki Gezi direnişçilerinin bile birçoğu henüz ne olup bitiğini tam olarak anlayamamış durumda. Verili sessizlik ve sansür göz önüne alındığında, son derece normal bir durum bu. Facebook’ta yer alan kimi görüntülerin “sahte” olduğu gibi şeyler konuşuluyor ve sanıyorum bazıları gerçekten de sahte. Fakat bu göreli bilgi kirliliği, kuşku ve çekinceler arasında Rojava’da yaşananların geri plana düşmemesi bize bağlı. Rojava’yla dayanışmak, yaşananlara dair bir özbilinç geliştirmek, Kürt Haraketi’yle Gezi Direnişi’nin yakınlaşması açısından da önem taşıyor.      

 

[1] Rızanın İmalatı: Kitle Medyasının Ekonomi Politiği, çev. Ender Abadoğlu, bgst Yayınları, 2012.

[2] Age., s. 25.

[3] “Oğullarını Gömen Anneyi Katlettiler”, Özgür Gündem, 13.08.2013.