“Kürt Açılımı-Demokratik Açılımın” tartışıldığı 26.08.09 tarihli “Açık Görüş” adlı programda Ali Bayramoğlu güzel bir toparlama yaptı. Özetle şunları söyledi: “Bu topraklarda bir cumhuriyet kurulduğunda 12 milyon insan vardı. Bunların 9 milyonu Türk değildi. Bu 9 milyon, Müslüman olmayanlardan, başka yerlerden sürülmüş insanlardan ve de Kürtlerden oluşuyordu. Cumhuriyet ideolojisi bu 9 milyonluk kesimi Türkleştirmeye çalıştı. Bunda büyük ölçüde başarılı oldular. Ancak bu politika Kürtler üzerinde tam olarak başarılamadı. Sıkıntı budur.”

Konuyla ilgili bir çok programı aynı anda takip etmeye çalıştığımdan dolayı aşağıdaki satırların kime ait olduğunu hatırlayamıyorum. Yine büyük ihtimalle Ali Bayramoğlu söylemiş olabilir... Yukarıdaki tespiti güzel sonlandırıyor: Kürtler üzerindeki asimilasyon politikası sürdürülebilir bir etnik kriz üzerine kuruldu. Yaşadığımız süreç, bu politikanın da sonuna gelindiğini göstermiştir.

Yukarıdaki satırlar, 1. Mahmut’un zorunlu iskan politikalarına kadar götürülen Kürt sorunun Cumhuriyet tarihi içerisindeki yerini göstermesi anlamında önemli bir toparlama... Ayrıca bu tespit, altta yatan önemli bir gerçeğin de üzerindeki perdeyi kaldırıyor. Sürdürülebilir bir etnik kriz demek şu anlama gelmektedir: Devletin zirvesindekiler seksen küsur yıl boyunca, Kürt’leri asimile edip etmemeyi değil, bu politikanın nasıl işletilip işletilmemesi gerektiğini tartışmışlar. Biraz daha ileri götürelim: Sürdürülebilir savaş politikasından ne kazanacaklarını ve ne kaybedeceklerini planlamışlar. Planlamalar ise şunların üzerine kurulu: Yüksek teknolojili silahların temini, bu silah ticaret anlaşmaları ile silah imalatçılığı yolunda ilerleyen bir Türkiye... Envanterini ve içerdeki otoritesini sağlamlaştıran TSK ... Savaşa ayrılan yüksek bütçeler sonucu sürekli olarak alt sınıflaştırılan ve ekonomik seviye bakımından düşürüldükçe de, daha kolay manipüle edilebilir bir halk kitlesi...

Öte yandan aynı gece Kanal A’da yayınlanan “Görüş Farkı” adlı programda ise konu başlığı “Türk Milliyetçileri Kürt Açılımı’nı tartışıyor” idi. AKP’nin siyasi çizgisine yakınlığıyla bilinen bu kanaldaki programı takip etmenin önemli olduğunu düşündüm. Türk Ocakları Başkanı Nuri Gürgür ise programa katılan konuklardan biriydi... Meseleyi Bahçeli’nin açık ırkçı diliyle değil daha “ince” bir dille ele alıyordu. Süreci reddetmiyor fakat “dikkatli olunmalı, bölünebiliriz vs.” gibi uyarılarda bulunuyordu. Sunucu tam dört kez araya girdi. İlk sorusu “seçmeli ders ihtimaline ne diyorsunuz?” idi. İkincisi özel kanallar; üçüncüsü enstitüler; dördüncüsü ise yer isimlerinin değişmesi hakkındaydı.

Nuri Gürgür’ün dört ihtimalden ikisine dair verdiği yanıtlar önemli... Yüksek öğrenimde enstitü kurulmasına dair Kürtçenin zengin ve derinliği olan bir dil olmadığını düşünüyor. Bu anlamda bir Kürt Dili Edebiyatı bölümünün açılmasının gereksiz olduğunu ancak araştırma enstitülerinin kurulabileceğini söylüyor. “Bunların Batman’da, Van’da açılması komik olur. İstanbul ve Ankara’daki köklü üniversitelerde açılması gerek.” diye de ekliyor. (Aslında bölgede açılacak enstitülerden endişe duyduğunu ve bunların merkezde açılması gerektiğini belirtmiş oluyor.) Özetleyecek olursak Nuri Gürgür, resmi dil Türkçe ile aynı seviyede tanımlanan bir Kürtçe dilinin Türkiye’de bölünmeyi getireceğini düşünüyor.

Yer isimlerinin ise talep karşılığında değiştirilmesi gerektiğini savunuyor. Halkın sonradan konulan yer ismini zaten kullanmadığını belirtiyor. Ancak bazı değiştirilmemesi gereken yer isimlerinin olduğunun da ayrıca altını çiziyor.

Bu programların bir gün öncesinde Genelkurmay Başkanı. İlker Başbuğ altında imzasının olduğu “Kürt Açılımı-Demokratik Açılım” sürecine dair kamuoyuna bir açıklama yaptı. Askerin kırmızı çizgilerini belirtti. TSK’nın kültürlere saygısının olduğunu ancak üniter yapının her zaman arkasında durduğunu hatırlattı. Açıklamanın sonrasında haber programları, gazete yazıları akort edildi. Açılım sürecinde, PKK, Öcalan vs. gibi isimlerin başındaki terörist, bölücü ifadeleri hissettirilmeden kaldırılmışken, tekrar terörist PKK, bölücü başı Öcalan diline geri döndük.

Açılım sürecindeki tartışma konularını, 25.08.09 tarihli İlker Başbuğ’un kamuoyu açıklaması ışığında değerlendirirsek, şu iki noktanın ortaya koyulabileceğini düşünüyorum:

1) Anadil tartışması Kürt Sorununun kalbine oturmaktadır. Buraya dair bakışımız, bizim meseleye hangi ideolojik eksen üzerinden baktığımızı göstermektedir. Böylelikle anadil konusundaki mücadelenin önemi bir kez daha anlaşılmıştır.

2) Devletin asimilasyon politikasından vazgeçtiğini söylemek hayal kurmaktır. Yapılacak açılımlar ise çok yüksek ihtimalle “biraz kaybedersen daha çok kazanabilirsin” mantığı üzerine kuruludur. Devletin, kendisini neden böyle bir hamle yapmak zorunda hissetmesi ayrı bir tartışma konusu... Ancak şu da bir gerçek ki bu hamle bir riski de her zaman beraberinde getirmektedir. Yani “biraz kaybedersen daha çok kaybedebilirsin de...” İşte özgürlük ve demokrasi mücadelesi verenler de bu riskin peşine düşecek, “biraz daha kaybettirmek” için oynayacaklar...