Kürt meselesi ekonomik, toplumsal ve kültürel veçheleriyle Türkiye’nin yönünü belirlemeye devam ediyor. Devletin kuruluşundan bugüne ulus-devlet ideolojisinin ‘gereği’ olarak uyguladığı politikalar güncellenerek ana-akım medya aracılığıyla her gün yeniden üretiliyor. DTP’nin kapatılması kararını da bu politikaların sürdürülmesi olarak görmek gerektiğini düşünüyorum. Onca ‘açılım’ tartışmalarından sonra gelen kapatılma kararı ve öncesindeki Tokat eylemi kamuoyunu ‘şaşırtsa’da, meselenin ciddiyetini ‘bir kez daha’ gözler önüne sermesi nedeniyle önemli gelişmeler olarak görülebilir. Bu dönemde AKP’nin izlediği politikaların yakından izlenmesi önem taşıyor. AKP’yi birçok toplumsal çevrenin desteklediği biliniyor. Bunların başında da İslami cemaat grupları geliyor. AKP’nin birçok alanda olduğu gibi Kürt meselesinde de politikalarını belirleyen, belirlemek isteyen İslami cemaatlerin görüşlerinin bilinmesi bu nedenle ayrıca önem arz ediyor.

Bu gruplar içinde öne çıkan Nurcu/Fettullahçı grubun görüşlerini yansıtan İsmail Çolak'ın kaleme aldığı “Kürt Meselesi’nin Açılımı: Said Nursi’den Teşhis ve Çözümler” adlı kitap bu yıl Ekim ayında yayınlandı. Fettullah Gülen cemaatinin resmi yayınevi olan Nesil Yayınları tarafından yayınlanan kitabın okumasını yaparak bu grubun konuyla ilgili görüşlerini daha yakından tanıma fırsatımız oldu. Yazar, Osmanlılardan başlayarak Cumhuriyet'in kuruluş sürecinde ve günümüzde var olan durumu ele alıyor ve Kürt meselesiyle ilgili belirli tanımlamalar yaparak çözüm önerileri geliştiriyor.

Kürtlerle ilgili yazan-çizen birçok kesim hemen kendine göre bir Kürt tarihi yazmaya başlıyor. Yazar da hemen bu ‘ilkeden’ hareketle Kürtlerin, Arap İslam ordularının bölgeyi ele geçirmesinden sonra tarih kaynaklarında “Müslüman Kürt” boyları olarak geçtiğini iddia ediyor ve bu görüşü öne sürerken herhangi bir kaynak belirtmiyor. Osmanlıların İslam dininin bayraktarlığını yapmasının etkisiyle Kürtlerin Osmanlı yönetimi altına girdiğini iddia ederek Kürtleri tarih sahnesine almış oluyor. ‘Osmanlılarda Kürt meselesi yoktu’ tezinden hareketle Osmanlı-Kürt ilişkilerini şöyle tanımlıyor: Öncelikle Osmanlıların “Kürdistan” tabirini hiçbir dönemde siyasi ve idari olarak kullanmadığını, coğrafi bir anlamda kullandığını; “Kürdistan” tabirini kullanırken Osmanlıların amacının ‘etnik’ bir özelliğe işaret etmek olmadığını iddia ediyor. Osmanlı zamanında, Anadolu’nun Türkmen yurdu olduğunu, bu nedenle böyle bir tabirin gerçeklerle uyuşmadığını öne sürüyor. Yavuz Sultan Selim zamanında Kürtlerle kurulan ilişkinin 18. yüzyıla kadar sorunsuz bir şekilde sürdüğünü, II. Mahmut dönemiyle birlikte başlayan merkezileşme çalışmalarına karşı gelişen isyanların ise ‘etnik’ ve ‘politik’ bir niteliğinin olmadığını savunuyor. İsmail Çolak'a göre, Osmanlı-Kürt ilişkilerini belirleyen İslam dinidir; dolayısıyla bir İslam devleti olan Osmanlılarla karşılaştırıldığında, ‘aşiret’e dayalı ‘geri’ toplumsal özellikleri olan Kürtler parçalı bir toplumsal yapıya sahip olduklarından bütünlüklü bir yaklaşım geliştirmezler. Bu çerçevede, “Kürt Meselesi’nin Açılımı” adlı kitapta, II. Abdulhamid'in hem Kürtleri Osmanlı'ya yeniden bağlayan hem de onları Ermenilere karşı dengeleyici bir güç olarak ‘kullanan’ politikası övünçle anlatılıyor. Özellikle Ermenilere karşı yer yer ırkçı ifadelere yer veriliyor ve Ermeniler ülkeyi bölen ‘Batı işbirlikçisi’ bir halk olarak nitelendiriliyor.

“Kürt Meselesi’nin Açılımı”nda Osmanlı'nın çöküşü bağlamında Kürtler ve Ermeniler şöyle ele alınıyor: Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanmasıyla Balkanlar'da birçok halk kendi devletini kurmaya yönelirken, İmparatorluğun doğusunda da durum farklı bir seyir izler. Milliyetçilik ideolojisinden etkilenen Osmanlıların egemenliğindeki birçok halk ya isyan edererek ya da Batılıların desteğiyle bağımsızlığını kazanır. Doğuda ise Kürtlerin ve Ermenilerin talepleri diğerlerinden farklı olarak daha gecikmiş bir ‘zaman’la gündeme gelir. Yazar özellikle bu bölümde, İslam dışı olmaları sebebiyle Ermenilere uygulanan her türlü politikayı mübah görür ve peşinen bu politikalara bağlılığını ilan eder. Ermenilerin bölgeden çıkarılmasını 'bölgenin özgürleşmesi' olarak tanımlayan İsmail Çolak, Kürtlerin Hamidiye Alayları vb. politikalarla Osmanlı’nın yanında yer almasını ise doğru politika olarak tanımlar. Fakat ne zaman ki Kürtler yer yer isyan etmeye kalkışırlar, işte o zaman Kürtler de Batı’nın ve Rusların kirli oyunlarına alet olmaya başlarlar.

“Kürt Meselesi’nin Açılımı”nda, Osmanlı'nın günümüze göre ‘görece’ çoğulcu olduğu öne sürülen yapısı övülürken,  Kürt ve Ermeni halklarının bağımsızlık arayışlarına karşı Osmanlıcı/Türkçü politikalar savunuluyor. Kürtler söz konusu olunca yazar tarafından İslam/ümmet dışına çıkmakla suçlanıyorlar; Ermeniler ise zaten baştan gözden çıkarılmış durumdalar. Mesele İmparatorluğun kurtarılması olduğunda, halkların her türlü talebi bölücü olmakla ve birilerine alet olmakla itham ediliyor. Yazar, Osmanlı'nın yıkılmasına karşı esas olarak uygulanması gereken çözümün, ilk başlarda ümmetçi politikalar olduğunu; ancak daha sonraki gelişmeler karşısında Türkçü/İslamcı politikaların zorunluluk halini aldığını söylüyor. Buradan hareketle, Osmanlı Devleti'nin parçalanması ile günümüzdeki ‘durum’ arasında paralellikler kuruyor.

“Kürt Meselesi’nin Açılımı”nın yazarı İsmail Çolak, referans aldığı Said Nursi’nin de bu politikaları savunduğu görüşünü, Said Nursi’nin kitaplarından yaptığı bazı alıntılarla desteklemeye çalışıyor. Gelgelelim, Said Nursi’nin isminin kitabın alt başlığına yazılmış olması dışında, Said Nursi’nin bu meselelerdeki görüşlerini tam olarak nasıl bir tarihsel bağlamda ifade ettiği ve bunları ifade ederken tam olarak neyi anlatmak istediği kitapta pas geçiliyor. Yazar, Said Nursi’den sadece kendi tezini desteklemek için bazı alıntılar yapmakla yetiniyor.

Günümüzdeki toplumsal gelişmelerle ilgili şu ya da bu yönde bir fikir ileri süren pek çok çevrenin hemen tarihe başvurması aslında ilgi çekici bir durum. Bu 'tarihe dönüş', aslında (görsel, yazınsal vb.)  yeniden bir tarih yazımı faaliyetini beraberinde getiriyor. Ele aldığımız bu kitapta Nurcu/Fettullahçı tarih yazımının esas omurgasını soyut bir İslam/Türk tarihi anlatımı oluşturuyor ve tarihin akışını belirleyen ekonomik, sosyal, ideolojik vb. gelişmeler atlanıyor. Daha çok üst sınıfların politikaları merkeze alınıyor ve bütün gelişmeler bu çerçeveye göre değerlendiriliyor. Yukarıda öne çıkan başlıklar altında aktardığımız, Osmanlı Devleti'nin dağılma dönemine ilişkin değerlendirmeler, günümüze ilişkin değerlendirmeleri de belirliyor. Tarih bir defa böyle yazılmaya başlandıktan sonra, gerisi güncel gelişmeleri bu tarihsel anlatıya göre yeniden yorumlamaktan ibaret kalıyor.

Yazar bugünü  değerlendirirken, tüm Kürtlere sadece İslam dinine sarılmaları ve ümmetçi politikaları savunmaları gerektiğini söylüyor ve bu politikalara bağlılık  duyma çağrısını yapıyor. Kürt Hareketi'nin düşman, dindışı vb. olduğu ve gerçekte Kürt olmadığını vurgulayan  değerlendirmeler yapılırken çok zayıf bir propaganda diline başvuruluyor.  Kürtlere Osmanlı İmparatorluğu'nun   ‘çoğulcu’ yapısı anlatılarak günümüzdeki ulus-devlet sistemini kabul etmeleri isteniyor. Sonuç olarak, “Kürt Meselesi’nin Açılımı” adlı kitapta, Osmanlı Devleti anlatıldıktan sonra  “Ey Kürtler, siz ‘Biz’e – yani  yazarın kendi tabiriyle - İslam dininin öncüsü olan ‘Türk’lere tabi olmalısınız’ deniyor.

Yine bu  grubun (Fettulah Gülen) televizyon ve gazetelerine bakıldığında bu cemaatin iktidar olmanın geniş avantajlarını kullanarak bu ‘ideolojiyi’ çok yoğun işlediğini görmekteyiz. Türk/İslamcı ve yer yer faşizan söylemlerin egemen olduğu bu söylemin en iyi örnek olarak bu guruba ait bir televizyonda yayınlanan ‘Tek Türkiye’¹ dizisinin bir iki bölümü izlenirse söylenmek istenilen daha iyi anlaşılır.