Ahmet Türk’e yapılan saldırıyı televizyonda izlediğimde ilk tepkim, açılımınıza da…, verdiğiniz haklara da…, vereceğiniz haklara da… şeklinde sayıp dökmek oldu. Uzun uzun tüm kanallarda olayı defalarca seyrettikten sonra bilgisayarın başına geçip yazmaya başladım. Yazıyı yazarken, arkadaşlarımın “sen genellikle kızınca yazıyorsun” eleştirisi aklıma geldi, yerden göğe kadar haklı bir eleştiri, genellikle herhangi bir olay beni çok kızdırdığında yazı yazıyordum ve bu kez de çok kızgındım. Bunun üzerine yazıyı bıraktım ve bir süre sonra, sakinleşince yazmaya karar verdim.

Bu arada birçok Kürt arkadaşımla karşılaştım ve bu konuyu konuştum. Hepsi benim gibi çok kızgındı. Aslında konuşmaya başladığımızda hepimiz şunu söylüyorduk; bu bir derin devlet tezgâhı, bu tip olaylarla Kürtlerin içindeki barış umutlarını söndürmek istiyorlar. Kürtlerin sokağa çıkarmak ve ortalığı iyice karıştırmak amacındalar vs… Ancak bunun ardından hepimiz yine kızgınlıklarımızı dile getiren cümleler sarf ediyorduk.

Toplumsal hafıza denilen şey ne yazık ki büyük oranda o toplum için yakıcı sonuçlar doğuran travmatik olayları saklıyor ve Kürtler son otuz yılda fazlasıyla travmatik olay yaşadı. Yaşadıkları bu olayları hiç unutmadılar. Musa Anter cinayetini de, köylerinin yakılıp yıkılmasını da, bok yedirme olaylarını da, işkenceleri de, Diyarbakır cezaevini de, kurşuna dizilen küçücük çocukları ve onların nezdinde simge olan Uğuru da Ceylanı da, binlerce Kürt çocuğunun sadece taş attı diye hapishanelere atılmasını da, Kürt siyasetçilerine reva görülen muameleleri de, Leyla Zanayı da ve daha sayılabilecek onlarca olayı da unutmadılar. Toplumsal hafıza denilen o yerde bu olayların hepsi tüm sıcaklığıyla duruyor ve yeni kuşaklara aktarılıyor. Son olayda görüldü ki Kürtlerin toplumsal hafızası artık ağzına kadar dolu, bundan sonra yaşanacak en ufak bir kışkırtma bile çok önemli sonuçları olan olaylara yol açabilir. Olayı tertipleyenler bunu biliyor olsalar gerek ki, niyetleri iç savaş çıkarmak olmadığından, Ahmet Türk’e sadece yumrukla saldırdılar. Daha vahim bir saldırının sonuçlarını kaldıramayacaklarının sanırım onlar da farkında. Ancak en nihayetinde daha vahim eylemlere başvurmayacaklarına dair bir garanti de yok.

Açıkçası, Kürt meselesi artık çözülmek zorundadır. Ancak AKP’nin bugün yürütmüş olduğu şekilde bu sorunun çözümü imkânsız görünüyor. "Nasıl olsa tüm dış güçleri arkama aldım" PKK’yi ve Kürt siyasetçilerini tasfiye edip bu sorunu bildiğim gibi çözerim yaklaşımının başarıya ulaşma şansı çok az görünüyor. Böyle bir çözüm yolu başarıya ulaşsa bile bunun çok uzun zaman alacağı açık ve bu sorunun çözümü için bu kadar zaman yok. Türkiye’nin demokratikleşmesinin en önemli ayağı Kürt sorunudur ve bu sorun demokratik yollarla vakit kaybedilmeden çözülmelidir. Bu gün uygulanan yöntemlerle Kürt sorunu çözülemez, olsa olsa AKP kendini tasfiye eder ve sorun daha da karmaşık bir hal alır. On yıl sonra Türkiye Devleti karşısında ne bir Ahmet Türk, ne bir Aysel Tuğluk, ne bir Leyla Zana, ne de bir Osman Baydemir bulacaktır.

Bu gün Kürt siyasetinin aktörlerinin çok büyük bir bölümü 70’li yılların siyasi atmosferinde politikleşmiş insanlardır. Bu dönemdeki politikleşmeleri sosyalist söylemin içinden olmuştur. 70’li yıllarda ortaya çıkan Kürt örgütlerinin neredeyse tümü sosyalist söylem içinde Kürt sorunun tanımlamış ve bu jargonla analizler yapmışlardır. Dolayısıyla şu anda Kürt siyasetinin içinde bulunan insanların büyük bir bölümü, enternasyonalizm, birlikte yaşamak, barış gibi kavramları gayet iyi bilir ve en önemlisi sahiden bu değerler üzerinden politika yapar. Ancak on yıl sonra bu böyle olmayacaktır. On yıl sonra Kürt siyasetinin başında olacak insanlar 90’lı yıllarda yetişmiş Kürt gençleri olacak. Bu insanlar yukarıda saydığım travmaları ya bizzat yaşadılar ya da toplumsal olarak bu durum onlara aktarıldı. Çoğunun köyleri gözlerinin önünde yakıldı. Faili meçhul cinayetleri gördüler, taş attıkları için başlarına gelmeyen kalmadı, ailelerinden ya da çok yakın çevrelerinden mutlaka tanıdıkları biri ya dağda ya da dağda hayatını kaybetmiş durumda. İşte bu gençler on yıl sonra Kürt siyasetinin başında olacaklar. Ben sonuna yetişmiş olsam da bizim kuşak yukarıda da söylediğim gibi Kürt meselesinde aslında sosyalizmin içinden bir politikleşme yaşadı. Lenin ve Stalin’in “Ulusların Kaderlerini Tayin hakkı” ve “Ulusal Sorun” kitapları temel kaynaklarımızdı. Bizim için Türkiye’de Kürt vardır demek bile büyük bir lükstü ve büyük bir gelişmeydi. Ancak bugünün kuşakları doğrudan Kürt mücadelesi içinde politikleşiyorlar ve onlar için Kürt var mıdır tartışması akla gelebilecek bir şey bile değil. Bu gün Kürt gençlerinin politikleşmesi doğrudan çok sert bir mücadele içinden olduğu gibi karşılarında Kürtlere karşı ırkçı söylemler kuran çok sayıda insan var. Köyleri boşaltıldıktan sonra büyük şehirlere taşınan bu çocuklar, büyük bir sefaletin yanında aşağılanma ve ırkçı bir söylemle de tanışıyorlar.

Açıkça belirmeliyim ki ( belki de daha sert bir ifadeyle uyarmalıyım ki demeliyim) Kürt meselesi kısa bir süre içinde insan hakları ve demokrasi doğrultusunda çözülmezse çok farklı bir sürece evrilme potansiyeline sahiptir. Dediğim gibi derin devlet ve Türkiye'deki faşist yapılanmalar yumruk atacakları bir Ahmet Türk’ü bir daha bulamayabilirler. Hatta çok sert buldukları Osman Baydemir’i bile mumla arayabilirler.

Abdullah Öcalan son görüşme notlarında avukatlarına, “Ayşe Hür’ün tespiti doğru bir tespittir. Çözüm yönünde adımlar atılmadığı için bu durum PKK’yi güçlendirdi. PKK her zamankinden daha güçlü bir konuma gelmiştir.” diyor. Siyasetçileri hapislerde süründürülen, çocukları dövülüp hapishanelere atılan ve orada da bin bir türlü işkenceye maruz bırakılan, yaşlı başlı insanları yumruklanan bir toplumun ne yapması bekleniyor. Artık hangi Kürt “Silahı bırakın gelin sorunlarınızı siyaset yoluyla çözün” söylemine inanabilir. Ahmet Türk’e atılan yumrukla, Kürtler için, son iki yılda dile getirilen ve umutla başladıkları “Kürt açılımı” serüveni noktalanmıştır. Bu saatten sonra Kürt açılımı denen şeye hiçbir Kürdü inandıramazsınız. Bu ülkenin politikalarını belirleyenler, Kürt sorununun bu yöntemlerle çözülemeyeceğini görmeyecek kadar izandan yoksun olabilir mi?

Bilindiği gibi saldırıdan hemen sonra Ahmet Türk çıkarak itidal çağrısında bulundu, Kürt siyasetçiler hala ısrarla ve her fırsatta bu sorunun barışçıl yollarla ve demokratik bir anayasa yapılarak çözülebileceğini söylüyorlar. Medyanın büyük bir bölümünde ve hatta Mecliste sürekli bir linç durumuyla karşı karşıyalar. Buna rağmen demokratik çözüme olan inançlarını dile getiriyorlar. Ancak bu durum daha ne kadar sürebilir? 90’lı yılların en kara günlerinde yetişmiş Kürt gençleri, kısa bir süre sonra Kürt siyasetinin başına geldiğinde Kürt sorunu hala çözülememişse ne olur? Yine 90’lı yıllarda büyümüş, Türklüklerini bayrak mitingleri, Kürt meselesi ve şehit cenazeleri üzerinden kurmuş Türk gençleri ile Kürt gençleri barışın dilini konuşabilir mi? Bu iki grup yakın bir zamanda karşı karşıya geldiğinde neler olur?