Referandumda Ne Yapmalı?

Eğer Anayasa Mahkemesi (AM) referandum tarihine (12 Eylül 2010) kadar AKP’nin Meclis’ten geçirdiği anayasa değişikliğini kısmen veya tamamen iptal etmezse, referandumda ne yapmak gerektiği tartışmaları giderek yoğunlaşacağa benziyor.

AM’nin güya “şekil yönünden” deyip “esastan” bir incelemeye girişmesi ve paketin geriye kalan iki asli unsurunu, yani AM’nin ve HSYK’nın yapısını değiştiren maddelerini iptal etmesi durumunda elbette paketin pek bir anlamı kalmayacak. Fakat Türkiye’de AM’nin kararları konjonktüre bağlı ve son derece siyasal kararlar olduğundan, bu konuda kehanette bulunmaya çalışmadan referandumda nasıl bir tutum takınmanın daha doğru olacağı üzerinde durmaya çalışacağım.

İzin verirseniz, önce nasıl bir tutum takınılmaması gerektiği üzerinde kısaca durmak istiyorum. Örneğin sırf AKP’nin paketi diye anayasa değişikliklerini yeterince incelemeden “hayır” veya “boykot” çağrısı yapmanın doğru olmadığını düşünüyorum. Bazı muhalif akademisyen ve aydınların, değişiklik paketini haklı olarak yetersiz bulup eleştirdikten sonra –gerekçeleriyle birlikte– insanları şu ya da bu yönde bir tutuma davet etmemelerinin de yanlış olduğunu düşünüyorum. Bu kategoriye giren akademisyen ve aydınlar, genellikle 12 Eylül Anayasası’nın nasıl tümden değişmesi gerektiğini, 90’larda bile nasıl daha ileri anayasa taslaklarının hazırlandığını ve mevcut anayasa paketindeki bazı maddelerin ileride hangi olumsuz sonuçlara yol açabileceğini izah ediyorlar. Türkiye toplumunun geniş kesimlerinde sivil ve demokratik bir anayasa talebi olduğu ve AKP’nin mevcut paketinin bunun gerisinde kaldığı herkesin malumu. Ama panellerin, söyleşilerin ve dergi sayfalarının rahat ortamından gerçek dünyaya indiğimizde, 12 Eylül’deki referandumda şu veya bu yönde bir tutum takınmanın gayet önemli politik sonuçlar doğuracağını görebiliriz. Diğer yandan, muhalif kesimlerin bu tutumu, ülkemizde toplumsal bir aydınlanma/tartışma pratiğinin de ne ölçüde aşındığını bir kez daha gözler önüne seriyor. Haksızlık etmek istemem, fakat akademisyen ve aydınlarımızı somut tartışmaktan ziyade retorik kurma ve soyut değerlendirme hastalığı sarmışa benziyor.

Kürt Hareketi’nden pek çok kesim ise referandumda “hayır” veya “boykot” seçeneklerini öne çıkartıyor, çünkü oylanacak pakette “Kürtlerin sorunlarına dönük hiçbir çözüm” olmadığını savunuyor. Elbette pakette doğrudan Kürtlerin acılarını hafifletecek, kültürel kimliklerini özgürce yaşamalarının önünü açacak ve Kürt siyasi hareketine daha geniş bir hareket alanı sağlayacak maddeler yok –özellikle de BDP’nin de katkısıyla siyasi partilerin kapatılmasını zorlaştıran 69. madde paketten düştükten sonra. AKP’nin “açılım” çabasının, uluslararası konsensüse dayalı “PKK’nin tasfiyesi veya marjinalleştirilmesi” politikasıyla ele ele gittiği bir dönemde böyle bir beklenti pek de gerçekçi olmazdı zaten. Referanduma, büyük operasyonların yapıldığı, “taş atan çocuklar”ın cezaevlerine konulmaya devam edildiği ve son olarak savcıların Meclis’teki 13 BDP’li milletvekilinin KCK iddianamesi kapsamına alınması için fezleke hazırladığı bir ortamda gidiyoruz. Peki dolaylı da olsa mevcut anayasa değişikliği paketinin Kürt sorununun çözümüne ve demokratikleşmeye katkısı yok mu? Aşağıda böyle dolaylı bir katkısının olduğunu göstermeye çalışacağım. Bu nedenle, kapsamlı bir anayasa değişikliği ihtiyacını ve alternatif anayasa önerilerini sürekli gündemde tutup referandumda “evet” oyu verilmesi gerektiğini ileri sürüyorum.

Anayasa Değişiklik Paketinde Olumlu ve Olumsuz Olarak Değerlendirilebilecek Maddeler Hangileri?
Bu soruya yanıt vermek üzere değişiklik paketindeki maddelerden önemli olanları tek tek ele alabilir ve bunların 12 Eylül düzeninde bazı gedikler açıp açmadığını görebiliriz.

MADDE 41: Ailenin korunması ve çocuk hakları
Pakette bu maddeye şöyle bir ekleme yapılıyor: “Her çocuk, yeterli himaye ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir. Devlet, çocuk istismarı, cinsellik ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır.”

Özellikle Kürt insan hakları savunucuları, bu eklemenin örneğin “taş atan çocukları” ailelerinden ayırmak, “islah etmek” gibi amaçlarla kullanılabileceğine dikkat çekiyorlar. Ayrıca “devletin tedbir alması” için sayılan gerekçeler, kolayca çocukları çeşitli biçimlerde baskı altına almanın gerekçelerine dönüşebilir. Durup dururken yapılan bu ekleme gerçekten de şüphe uyandırıyor. Söz konusu değişikliğin yasalara nasıl yansıtılacağı konusunda uyanık olmamız gerektiğini düşünüyorum.

MADDE 84: Milletvekilliğinin düşmesi
Mevcut Anayasa’ya göre, “partisinin temelli kapatılmasına beyan ve eylemleriyle sebep” olan milletvekillerinin milletvekillikleri otomatik olarak düşüyor. Değişiklik paketinde bu hüküm kaldırılıyor. Partileri kapatılsa bile, partinin “aykırı” eylemlerinden sorumlu tutulan milletvekilleri, milletvekili olarak Meclis’te kalabilecekler. Bu değişikliğin, BDP gibi her an kapatılma tehlikesiyle karşı karşıya kalan partilerin milletvekillerinin, bir kapatma kararından sonra bağımsız olarak Meclis’te kalabilmesi açısından önemli olduğunu düşünüyorum.

MADDE 23: Yerleşme ve seyahat hürriyeti
Halihazırdaki Anayasa’da “vatandaşın yurt dışına çıkma hürriyeti, vatandaşlık ödevi ya da ceza soruşturması veya kovuşturması sebebiyle” engellenebiliyor. Maddede yapılan değişiklik bu özgürlüğün “ancak suç soruşturması veya kovuşturması sebebiyle hâkim kararına bağlı olarak sınırlanabileceği”ni söylüyor. Yurtdışına çıkışların keyfi şekilde engellenmesini sınırlandıracağı için bu değişikliği olumlu olarak değerlendiriyorum.

MADDE 125: Yargı yolu
Eğer Anayasa değişiklikleri referandumda kabul edilirse, “Yüksek Askeri Şura’nın Silahlı Kuvvetler’den her türlü ilişik kesme kararlarına karşı” yargı yolu açılmış olacak. Bunun, YAŞ kararlarıyla mağdur edilen binlerce kişi için önemli bir adım olduğu ortada.

Bununla birlikte yine aynı maddede yapılan başka bir değişiklik, yürütmenin özelleştirme gibi konularda hareket alanını genişletiyor. Hem mevcut Anayasa’da hem de değişiklik paketinde geçen “Yargı yetkisi, [yürütmenin] idari eylem ve işlemlerinin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır” cümlesinden sonra, [yargı yetkisi] hiçbir surette yerindelik denetimi şeklinde kullanılamaz” ibaresi ekleniyor. Türkiye’deki somut pratikte Danıştay çok sayıda özelleştirme uygulamasını ve idari işlemi “kamu yararına aykırı” olduğu gerekçesiyle iptal edebiliyor. “Yargının yerindelik denetimi yapamayacağı” hükmü referandumla birlikte kabul edilirse, idarenin genel olarak topluma, çalışanlara, yasa dışı olmasa bile hakkaniyetsiz yaptırımlarla karşı karşıya kalan bireylere dönük uygulamalarını yargıya taşıyıp iptal ettirmek iyice zorlaşacak.

MADDE 145- Askeri yargı
Bu maddenin mevcut hali, askeri yargının alanını belirsiz biçimde geniş tutarak, örneğin (Genelkurmay Başkanlığı veya kozmik oda gibi) askeri mahalde işlenen suçları da askeri yargı kapsamına alarak darbeci yapılanmaların, toplum ve demokrasi aleyhine planlar yapanların, insanları fişleyenlerin yargılanması konusunda bir muğlaklık yaratıyor. Pakette bu maddeyle ilgili olarak yer alan değişiklik, “askere sivil yargı yolunu” kesin olarak açmış bulunuyor. İkinci olarak ise, (savaş hali hariç) sivillerin keyfi biçimde askeri mahkemelerde yargılanmasına son veriyor. Yapılan değişiklik şöyle: “Askeri yargı, askeri mahkemeler ve disiplin mahkemeleri tarafından yürütülür. Bu mahkemeler, asker kişilerin, sadece askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri askeri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler. Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar her halde adliye mahkemelerinde görülür. Savaş hali haricinde, asker olmayan kişiler askeri mahkemelerde yargılanamaz.”

MADDE 146: Anayasa Mahkemesi
Paketin yerleşik devlet düzenini en fazla rahatsız eden iki maddesinden birisi bilindiği gibi AM’nin üye yapısını ve seçim prosedürünü değiştiren madde. Diğeri ise aşağıda değinmeye çalışacağım HSYK’nın bileşimini ve seçim usulünü değiştirecek olan madde.

12 Eylül düzeni “seçilmişler”e karşı büyük bir husumet ve güvensizlik üzerine inşa edilmişti ve 1961’den beri âdet olduğu üzere seçilmişlerin icraatını yüksek yargının sıkı denetimine tabi tutuyordu. Yüksek yargı şu unsurlardan oluşuyor: AM, Yargıtay, Danıştay, Sayıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi ve askeri mahkemeler dışındakilerin üye seçiminde ve genel olarak hâkim ve savcıların denetlenmesinde kilit bir role sahip olan HSYK. 12 Eylül düzeni işleri garantiye almak için bir de döngüsel bir seçim sistemi kurmuştu; öyle ki bu döngüsellik sayesinde yüksek yargı oligarşisi birbirini seçerek uzun süre yargı yetkisini elinde tutabiliyordu. Kısaca bahsedecek olursak, 12 Eylül AM üyeleri ağırlıklı olarak Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi ve Sayıştay üyeleri arasından seçiliyordu. Yargıtay ve Danıştay üyelerinin seçimi ise şöyleydi: Yargıtay üyeleri, birinci sınıf hâkim ve savcılar arasından HSYK tarafından seçiliyor; Danıştay üyelerinin dörtte üçü ise, yine birinci sınıf hâkim ve savcılar arasından HSYK tarafından seçiliyordu. Kurulan mekanizmada bu kadar etkin role sahip olan HSYK üyeleri ise, döngüyü tamamlamak üzere, yine Yargıtay ve Danıştay genel kurullarının göstereceği adaylar arasından Cumhurbaşkanı tarafından seçiliyordu.

AKP’nin referanduma götürdüğü değişiklik paketinde bu döngüselliğin bir ölçüde kırıldığını ve AM’de yeni bir denge oluşturulduğunu görüyoruz. Üç üye TBMM tarafından doğrudan seçilecek; YÖK’ün kontenjanı birden üçe çıkartılacak; dört üye ise yüksek kademe yöneticiler ve avukatlar arasından Cumhurbaşkanı tarafından seçilecek. Böylece tabanı genişleyen ve çeşitlenen AM’nin rejimle ihtilafa düşen her siyasi partiyi kapatması veya hizaya getirmek için kapatmakla tehdit etmesi önemli ölçüde sınırlanacak. Kürt siyasal partilerinin kapatılmasına engel olacak kadar demokratik bir içeriğe sahip olmasa da, bu değişikliğin sivilleşme yolunda önemli bir adım olduğunu düşünüyorum. Zaten yerleşik düzen seçkinlerini de bu yüzden rahatsız ediyor.

MADDE 148. Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı
Değişiklik paketinde yer alan bir başka önemli madde ise şöyle: “Herkes, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki anayasal hak ve özgürlüklerden birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla ve kanun yollarının tüketilmiş olması şartıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.

Önerilen maddeyi dikkatli şekilde okuduğumuzda bireysel başvuru hakkının, yasalara uygun olarak verilmiş cezaları veya uygulanan yaptırımları kapsamadığını görüyoruz. Diğer yandan taslağa eleştirel bakan pek çok kişi, böylece tanınan “bireysel başvuru hakkı”nın bireyin hak arama kanallarını genişletmekten çok Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvuru sürecini uzatmayı amaçladığını belirtiyor. Bilindiği gibi, özel durumlar dışında AİHM’ye başvurabilmek için iç hukuk yollarını tüketmek gerekiyor.

Bu kaygıları dikkate almalıyız. Fakat diğer yandan, demokratik ülkelerin tersine Türkiye’de AM’in devlet gücü karşısında bireylerin hak ve özgürlüklerini ele alan ve çoğu zaman özgürlükçü içtihatlar geliştiren “yüksek mahkemeler”den epeyce farklı olduğu herkesin malumu. Ülkemizde AM daha çok bir “Yüksek Devlet Güvenlik Mahkemesi”ne benzetilebilir. Bu nedenle, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) kapsamına giren hak ve özgürlüklerin ihlal edilmesi karşısında AM’ye bireysel başvuru hakkı tanınması, devletin bireyler üzerindeki baskısının sınırlandırılması anlamında bir adım sayılmalıdır.

MADDE 149. Anayasa Mahkemesi’nin çalışma ve yargılama usulü
Mevcut maddede AM’nin “Anayasa değişikliklerinde iptale ve siyasi parti davalarında kapatılmaya karar verebilmesi için beşte üç oy çokluğu” aranırken, AKP’nin değişiklik paketinde parti kapatmaları biraz olsun zorlaştırmak adına çıta yükseltiliyor ve üçte iki oy çokluğu aranıyor.

MADDE 159: Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu
Yukarıda değinmeye çalıştığım gibi, mevcut haliyle HSYK son derece dar bir yapıdır ve Adalet Bakanı ile müsteşarı dışındaki üyeleri bütünüyle Yargıtay ve Danıştay üyeleri arasından seçilmektedir. AKP’nin Meclis’ten geçirdiği değişiklikte ise, HSYK üyelerinin çeşitlendiğini görüyoruz. Şimdi HSYK üyelerine arasına (elbette yine Cumhurbaşkanı tarafından seçilmek üzere) öğretim üyeleri, üst kademe yöneticiler ve avukatlar girebilecek. Asıl önemlisi ise, toplam 21 üyeli HSYK’nın 10 üyesinin bütün hâkimler ve savcılar tarafından birinci sınıf hâkimler ve savcılar arasından seçilecek olması.

Muhalif medya ve çevrelerde neden bu yeniliğin üzerinde durulmuyor anlamıyorum, ama Türkiye tarihinde ilk kez bütün hâkim ve savcılar, HSYK üyelerinin neredeyse yarısını doğrudan seçebilecekler. Bu görüşüme itiraz edilecek, AKP’nin samimi davranmadığı, hâkimler ve savcıların katılacağı seçimleri kendi yargı düzenini oluşturmak için kullanacağı ve bunu da yargıda Fethullaçı örgütlenmenin gücüne dayanarak yapacağı söylenecektir. Ben de ilk seçimlerde böyle bir tablonun ortaya çıkmasının yüksek bir ihtimal olduğunu düşünüyorum. Ama tıpkı barolar gibi HSKY üyelerinin bir kısmının da doğrudan seçimle belirlenmesi demokratik bir mücadele ve seçim ortamı sağlayacaktır. Elbette her iktidar bu önemli seçimleri manipüle etmeye çalışacaktır. Ama muhalif, demokrat hukukçuların da yargıda örgütlenmelerini güçlendirmeleri için ilk kez bir zeminin oluşmasını da küçümsememek gerektiğini düşünüyorum.

Müfettişlik
Aynı madde içinde yapılan bir başka değişiklikle de hâkim ve savcıların (idari görevleri dışındaki) görevleri sırasında denetlenmesi, soruşturulması vs. Adalet Bakanlığı müfettişlerinden alınarak HSYK’ya bağlı müfettişlere veriliyor. Bunun da, devlet bürokrasisinin hâkim ve savcılar üzerindeki baskısının hafifletilmesi yolunda önemsenmesi gereken bir adım olduğunu düşünüyorum.

***

Son olarak, HSYK’nın meslekten ihraç kararlarına karşı yargı yolu açılıyor. Ferhat Sarıkaya’nın Şemdinli olaylarıyla ilgili olarak hazırladığı iddianame nedeniyle yargıya başvurma hakkı tanınmadan meslekten ihraç edilmesi sanıyorum hepimizin hafızasındadır.

Sonuç olarak, haklı nedenlerle kuşku uyandıran ve doğrudan olumsuz bir içerek taşıyan bazı maddeler dışında AKP’nin anayasa değişiklik paketinin 12 Eylül düzeninde bazı gedikler açtığını ve böylece sınırlı da olsa demokratikleşmeye katkıda bulunacağını söyleyebilir miyiz? Toplumsal muhalefetin kompleksi davranmadıkça ve kendi anayasa önerisini hazırlayıp gündeme tutmak konusunda kararlı davrandıkça, gerekçelerini iyice açıklayarak referandumda “evet” demesinin hiçbir sorun barındırmayacağını düşünüyorum.