T. Todorov der ki “Bizi kimlik kabul etmeye zorlamayan bir eşitliği istiyoruz, ama üstünlük/aşağılık biçiminde dejenere olmamış bir farklılığı da istiyoruz.” Tekçi arzu ve bunun izdüşümü politikalar izleyerek, sorunlarını çözmek yerine onları sürekli bastırma ya da gizleme gayreti içinde olan Türk hükümetlerinin Kürt sorununa dönük farklı yer ve zamanlarda birbirine yakın söylemlerini hepimiz biliyoruz. 2009 yaz ayları sona erip sonbahara girdiğimiz şu günlerde “demokratik açılım” sürecine dair çoğumuzun medyadan duyduklarımız dışında henüz bir bilgisi yok. Söz konusu açılım sürecinin sadece Kürtlerle mi sınırlı kalacağı yoksa genel bir demokratik açılıma evrilip evrilmeyeceğini bilmiyoruz.

Şu ana kadar gözlemlediğimiz kadarıyla medyanın barışa destek verir tavrının altında aslında devletin tekçi arzusunun biraz esnetilerek devam ettirilmesi yatıyor. Çünkü iktidarlar sıkıştıklarında her zaman kendilerine nefes aldıracak karşısındakine ise güç ve zaman kaybettirecek süslenip püslenmiş sembolik adımlar atmaktan geri kalmazlar. Bu adımları medyanın güçlü desteğiyle yaptıklarında ise insanların kafaları iyice karışır. Her ne kadar sürecin nasıl adımlarla açılıma dönüşeceğini bilmiyorsak da Kürtler açısından böyle bir diyalogun kısmen de olsa başlamış olmasını ciddi bir kazanım olarak görmek gerektiğini düşünüyoruz. Sorunun isminin ve sebeplerinin büyük oranda kabul edilmiş olması güçlü Kürt muhalefetiyle önemli kazanımlara dönüşebilir. Nitekim ertelense de geri dönüşü olmayan bir yola girmiş bulunuyoruz.

Demokratik açılıma dair şu ana kadar edindiğimiz izlenim; hükümetin Kürtçe yer isimlerinin iadesi, birtakım ekonomik adımlar, bazı üniversitelerde Kürtçe eğitim hakkı tanınması, özel Kürt televizyonları önündeki engellerin kısmen kaldırılması vb. adımlar atılabileceği yönünde. Bunlara karşın ise PKK’nin silah bırakması gibi radikal bir beklenti var. Bunun kısa bir zaman diliminde beklemek bir hayalden öteye geçmeyecektir.

Silahlı kuvvetler merkezli vesayet rejiminin hazırlamış olduğu 12 eylül anayasasının değişmeyeceği yönündeki hükümet görüşü ise bu girişimin en başından başarısız olacağını gösteriyor. Çünkü PKK ve Öcalan’ın talepleri genel olarak şunları kapsıyor:

-Kürt kimliğinin tanınıp anayasal güvence altına alınması
-Kürtçe ile ilköğretimden itibaren eğitim yapılması
-Kürtlere kendi kimlikleriyle örgütlenme ve siyaset yapma hakkının tanınması
-Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi (demokratik özerklik)
-Kürt kültürünün özgür gelişimi önündeki yasal engellerin kaldırılması
-Kültürel gelişmenin ekonomik olarak desteklenmesi
-Koruculuk sisteminin kaldırılması
-Öcalan’nın yaşam şartlarının düzeltilmesi, keyfi uygulamaların kaldırılması
-Dağdaki PKK’lilerin siyasete katılmasının sağlanması
-Görsel, yazınsal ve işitsel medya hakkını kullanma
-Kürtçe isim, coğrafi isim vs. haklarının tanınması
-Bölgenin ekonomik olarak pilot bölge ilan edilip desteklenmesi
-Savaştan kaynaklanan maddi mağduriyetlerin giderilmesi
-Hapislerdeki PKK’lilerin serbest bırakılması, vatandaşlıktan atılanların ve ülkeye girişleri yasaklananların ülkeye girmesine izin verilmesi

Öcalan’nın açıklamalarına bakılırsa bu tür taleplerin bir anda gerçekleşmesi beklenmiyor ancak hükümetin samimiyeti PKK’nin politikalarını önemli oranda etkileyeceğe benziyor.

Sınır, tanımı gereği, bir topluluğun nerede başlayıp nerede bittiğine işaret eder. Bu sınır, topluluğun kimliğini barındırır. Sınırların bazıları ırksal, dilsel ya da dinsel olabilir. İşte cumhuriyetin kuruluşundan bu yana bilinçli politikaların neden olduğu sınırlamalar “Kürtleri” bu memleketin en önemli sorunu haline getirdi. Ancak devletin büyük bir sorun haline getirdiği Kürt sorununun çözümü, büyük oranda Kürt hareketinin ve Türkiye muhaliflerinin güçlü olmasından geçiyor.