Rüya
Bir rüyadaymışız gibi… Rüyalarda olur ya hep, bir yerdeyizdir ama oraya nasıl geldiğimizi hatırlayamayız. Öncesi yoktur. Sonra başka bir yere geçeriz, ama arada hiçbir bağlantı yoktur. Rüyanın içindeyken anlamlı ve akla yatkın gelen şeyleri uyandığımızda açıklayamaz buluruz kendimizi. Sahi bu kürtaj tartışmasına nasıl geldik?
Tıpkı bir rüyadaki gibi… Uludere katliamı tartışılıyordu sanki… Sonra birdenbire kendimizi burada bulduk. Nasıl tartışılıyordu? Hayal meyal hatırlıyorum havada uçuşan lafları; Türk istihbaratı mı yoksa Amerikan istihbaratı mı, bir biz vardı, bir de onlar, o bize karşı olan güçler, komplolar… Kürtaj neydi? Çoğalmamızı engelleyen bir komplonun parçası, aynı sezaryen doğum gibi…
Sabah uyanınca rüyanızı anlatmaya çalışırsınız da anlamlı bir anlatı kuramazsınız ya… Bilinçdışımızın oyunları vardır. Bir olay başka birini çağrıştırır, bir söz bir başkasına eklemlenir… Bu rüyayı yorumlamak için psikanalize ihtiyaç var… Başka türlü açıklamak mümkün mü kürtaj mevzusuna nasıl vardığımızı?
Kabus
Uludere’de 34 sivil hayatını kaybetmiş – sorumlular kim – hesap verilsin – yeni ve demokratik anayasayı tartışıyoruz – taleplerimiz neler – 4+4+4 – bu nedir – eğitim sistemine etkisi ne – aaa… 2B geçmiş meclisten – ay ne oluyor – 12 Eylül’le yüzleşiyoruz – ama nasıl – onu bunu bırak da başkanlık sistemine geçiyoruz – 12 Eylül ne oldu? – yüzleştik bile neredeydin – siyasi tutuklularla ilgili bir yazı okuyordum – geç kaldın 28 Şubat’la da yüzleştik onu da mı kaçırdın – hocam şey elektrikler kesildi akşam – tutuklu öğrencilerle ilgili olarak – aaa… ne olmuş – poşu davası sonucunda – nasıl yani bir dakika – insansız hava araçları – Suriye’de – duydun mu köprü ihalesini – memur maaşları – grev – hangi grev – THY grev yapanları işten atıyormuş – biber gazıyla bir kişi daha -nasıl yani – kürtaj cinayetmiş – Uludere neymiş teröristler çocuklar ölmüş bebek katili kadınlar katilmiş kadınlar teröristmiymiş
Rüya olsa, kan ter içinde uyanınca kaldığımız yerden iyi kötü devam edebiliyoruz hayata. Ama bu bir rüya değil, gündelik hayatımızın ta kendisi. Afyonumuz patlayamıyor bir türlü. Rüya bitmiyor, bitmedikçe bir kabusa dönüşüyor. Nefes alamıyoruz. Ne yöne döneceğimizi, neyi konuşacağımızı şaşırıyoruz.
Diyemiyoruz biz silahlanmayı, Uludere felaketini, çevre katliamını, binlerce kişinin delil olmadan tutuklu yargılanmasını, kadın cinayetlerini konuşmak istiyoruz. Sanki hoca sınav sorularını dağıtmış biz de cevapları zamana karşı yetiştirmeye çalışıyoruz. Harala gürele… Biliyoruz kağıtlar toplanacak ve yeni sorular dağıtılacak. Ya çalışmadığımız yerden çıkarsa?
Demokratik tartışmada konular da demokratik bir şekilde belirlenir. Ama üslup biçim tartışmasına ayıracak vaktimiz yok, bir yandan da kanun hükmünde çıkıyor kararnameler, bir oldu bittiye daha gelmek istemiyoruz. Ama içten içe biliyoruz, bu soruya cevap verirken boş bıraktıklarımıza dönecek vaktimiz kalmayacak. Kürtaj gündeminin suni bir gündem olarak ortaya atıldığını, Uludere’yi, vekiller hakkında hazırlanan fezlekeleri, ihaleleri, soruşturmaları gündemden düşürmek için olduğunu bilmiyor muyuz? Biliyoruz elbette. Ama bu soruyu da kaçırma riskini göze alabilir miyiz?
Alamayız, zaten tartışma aldı başını yürüdü. Demokratik tartışma ortamında en temel ilke tartışma konusunu kimin belirlediği kadar tartışmalara kimlerin ne kadar katılabildiği ve tartışma eksenlerinin nasıl belirlendiğidir de. Konu “kürtaj cinayettir” ile başladı. Oradan sağlık politikalarına sıçradık. Senaryolar üretildi durdu: Ya çocuk engelliyse, ya annenin sağlığı tehlikedeyse… Bu tartışmalara arka planda yeni doğmuş bebek resimleri eşlik etti… Gerçekten neyi tartışıyoruz? Her şey birbirine girdi yine. İlk olarak, kürtajla alınan bir canlı organizma evet, ama bir çocuk ya da bebek değil! Bütün bu şov içinde bunu unuttuk gittik. Bedensel ya da zihinsel engelli bir çocuğun yaşama hakkı var mı? Elbette var, doğan bebekler mi öldürüldü de biz kaçırdık? “Kürtaj hakkının bununla ne alakası var?” diyemeden daha “hadi buna da cevap ver bakalım” tavrıyla karşı karşıya kaldık. Bir etik ve ahlak tartışması başladı, buna engelli hakları eklendi, anne taşıyıcı mı, cenin birey mi gibi sorular soruldu.
İşin içine bir de ekonomik koşullar girdi: Peki, ya aile bakamayacak durumdaysa… Konumuz bu da değil, kaldı ki bakım sadece ekonomik bir iş değil. Ne kadar da belli tartışmaların zaten toplumsal cinsiyet temelli bir iş bölümü sonucunda özellikle çocukların, hastaların ve yaşlıların bakım işlerini üstlenenlerin kendileri tarafından yapılmadığı…
Ama bitmek bilmedi kabus, daha da korkunç bir yere evirildi: Tecavüz! Tecavüz bir suçmuş (neyse ki şimdilik buradan bir geri adım atılmadı) ama neden rahme düşen bebek cezalandırılıyormuş? Türkiye’de tecavüz nedeniyle hamile kalan kadınların doğurdukları bebekler öldürüldü de ben mi kaçırdım?
Hadi bunu geçtik, tecavüz gibi bir konu nasıl oluyor da bu kadar kolay ve rahat tartışılabiliyor? Nasıl bu kadar kolay çıkıyor laflar ağızdan… Evet, tecavüz konuşulması gereken bir şey, evet bireysel değil toplumsal eşitsizlikler sonucunda ortaya çıkan bir cinsel şiddet türü ve bu nedenle de son derece politik bir konu. Ama tartışanlardan o kadar uzak ki, her laf ağıza geldiği gibi çıkıyor, “tecavüze uğramış kişiler de beni dinliyor olabilir” gibi bir mefhum yok kesinlikle. Halbuki şiddetle yıllardır mücadele eden kadınlar sürekli söylüyorlar şiddetin sadece fiziksel olmadığını, sözcüklerin de, dilin de şiddet içerdiğini, bunun fiziksel şiddeti mümkün kılabildiği kadar devamlılığına da neden olabildiğini..
Ama yok burada bitmiyor. Konu birden bire Bosna’da bir savaş suçu olarak kabul edilen toplu tecavüz vakalarına geliyor. Açık Gazete’de bu sabah bir hatırlatma yapıldı: O dönemde Türkiye tecavüze uğrayıp hamile kalan kadınlara kürtaj yapılabilmesi için doktorlar göndermiş. Ama tarihi herkes kendi durduğu yerden yazıyor, bugün de tecavüze uğrayıp hamile kalan kadınların doğurmasından övgüyle bahsediliyor. Tecavüz sonucu çocuk doğurup o çocuğa bakmayı seçen kadınlar da vardır, seçmeyenler de, bu kadınlar arasına bir hiyerarşi koymak kimin haddinedir? O doğan çocukların bir kısmının bugün fuhuş ya da çocuk pornosu sektöründe çalışmasına ne demeli? Peki, ya Türkiye’de yatılı bölge okullarından çocuk tutukevlerine, liselerden çocuk esirgeme kurumlarına kadar içinde çocukların bulunduğu pek çok devlet binasının içinden gelen istismar haberleri ve gelmeyen istifa, soruşturma haberleri…
Bütün bu tartışmalara bakabileceğimiz pek çok eksen var. AKP dönemiyle birlikte 3 çocuk olarak bildiğimiz konuyu da düşünecek olursak, aslında bugün Türkiye’nin nasıl bir nüfus politikası olduğu, hangi tarihsel süreçlerden geçilerek bugüne gelindiği elbette bunların en başında geliyor. Ve nasıl bir nüfus oluşturulmak isteniyor. Mesela evlilik dışı çocuk sahibi olmak, bu politikanın bir parçası mı? Ya da bir kadının bir koca ya da sevgili istememesi ama çocuk istemesi mümkün mü? Böyle bir isteği olan kadın yeni üreme teknolojilerinden yararlanabiliyor mu? Ya da eşcinsel çiftlerin evlenmesi ve çocuk sahibi olması?
Ya da ısrarla yaşam hakkını savunduklarını iddia edenlerin bundan çok da uzun olmayan bir zaman önce bir eylemde bir kadının polis şiddeti nedeniyle bebeğini kaybetmesi hakkında ettikleri sözleri anımsayın. O kadın çocuğunu istemişti. Peki, neden burada da yaşam hakkı savunulmadı? Cevap basit, kadın hem evli değildi hem de aktivistti. Makbul anne değildi. İstenen böyle bir nüfus artışı değil galiba…
Bir de bu tartışmalarda en çok unutulan kürtajın nasıl bir deneyim olduğu…
Karabasan
ya hamile kalırsam – acaba hamile miyim – eyvah hamileyim – nasıl kürtaj olurum – kime sorsam – ya ailem öğrenirse – ya arkadaşlarım öğrenirse eyvah rezil olurum – nerede kürtaj olunur – hastaneye gidip randevu alırım – ya doktor kötü davranırsa – ya aileme söylerse – ya sağlık kayıtlarıma geçer de ailem öğrenirse – ya bir sorun olur da aileme haber verirlerse – özel doktora gitmeliyim acaba kaç paradır – param da yok – nasıl borç istesem – hangi doktora gidilir ki – hangi doktor iyidir – internete bakayım – kürtaj olan kadınların yüzde şu kadarı kısır kalıyormuş – ya bir daha hiç çocuğum olmazsa – baygınken kadınlara neler neler yapıyorlarmış -ay yok bana ne yapacak – ya çocuğum olmazsa.
Pek çok genç kadın için hamile kalma ihtimalinin bir karabasan olduğunu biliyor musunuz? Peki ya istemediği halde hamile kalmış olmanın ne kadar büyük bir çaresizlik, yalnızlık hissi yarattığını? Aslında kadınlar da kürtaj olmak istemiyorlar, istedikleri mümkünse istemedikleri bir hamilelikle karşılaşmamak. Ama maalesef ki, üniversite yıllarını yeni geride bırakmış bir kadın olarak söyleyebilirim ki kürtaj pek çok kadın için bir doğum kontrol yöntemi olarak kullanılabiliyor. Bütün bu tartışmalar içinde genç kadınların neden kürtaj olduklarını, daha doğrusu neden hamile kaldıklarını sorgulamak gerekiyor. Bence bütün bu tartışmalar içinde gözden kaçan, bedenim benimdir derken, mevzu cinsellik ve cinsel sağlık olunca bu sloganı ne kadar hayata geçirebildiğimiz ve buralarda karşılaştığımız sorunlar olmalı.
Sağlıklı ve güvenli bir cinsel ilişkinin nasıl olacağı konusunda üniversiteli kadınların bilinçli ve bilgili olduğu varsayılıyor, ancak gerçekler kesinlikle böyle değil. Doğum kontrol yöntemleri ise işleri son derece karmaşıklaştırıyor. Aileden bu konuda bilgi alan neredeyse yok gibi (ki burada sadece muhafazakar ailelerden bahsetmiyorum, demokrat ya da aydın olma iddiasındaki aileler de söz kız çocuklarının cinselliğine gelince bunu yok saymayı tercih ediyorlar). Eğitim sisteminden bahsetmeye gerek bile yok. İnternet ile birlikte işler daha kolaylaşmış gibi gözükse de bu konuda dolaşan o kadar çok yalan yanlış bilgi, o kadar çok hurafe var ki. Neyin bilimsel bir bilgi neyin hurafe olduğu birbirine girmiş. Mesela doğum kontrol hapları. Kilo yapar. Kıllandırır. Bir kız kullanıyormuş, beynine pıhtı gitmiş, ölmüş. Mesela ertesi gün hapları. Hayatında en fazla üç kere alman gerekiyormuş, yoksa… Üç kereden fazla kullanırsan kısır oluyormuşsun… Spiral mi? O ne? Zaten evli olmayan kadınlara devlet hastanelerinde spiral takılmıyor. Özel muayenehanelere gitmeye kaç genç kadının parası yeter?
Bunlara bir de doğum kontrol yöntemlerinin kadınların hormon yapıları üstünde yarattığı etki ekleniyor… Ne, ne kadar doğru, bilemiyoruz… İşin kötü yanı, feministler ve kadın hakları aktivistleri eğitici ve açıklayıcı bir bilgi birikimi yaratmak ve yaygınlaştırmak konusunda yetersiz.
Burada mevzu bir de devlet hastanelerine geliyor. Pek çok kadının regl döngüsü son derece düzensiz. Pek çok genç kadın yumurtalık kisti olduğundan endişe ediyor. Ama kimse devlet hastanesine gitmek istemiyor. Çünkü devlet hastanesine gitmek demek size dünyanın en aşağılık yaratığıymışçasına muamele edilmesi demek. Evli değilseniz ve bakire de değilseniz o kadar çok aşağılanıyorsunuz ki… Hasta mahremiyeti zaten yok. Mesela ciddi bir sağlık durumunuz oldu, aileniz geldi. Bakire olmadığınız bilgisinin ailenizin öğrenmemesi için oldukça fazla uğraşmanız gerekiyor.
Kadınlar için cinselliğin kendisi de bütün bunlarla birlikte bir özgürlükten ziyade gerçek bir karabasan. Çünkü en çok tercih edilen doğum kontrol yöntemlerinin başında prezervatif geliyor. Buradaki sorun da kadının tamamıyla erkeğe bağlı kalması. Kadınların en iyi ihtimalle 1-0 yenik başladığı bu oyunda inisiyatifin erkeklerde olması ise özellikle cinsellikle yeni tanışan kadınlar için ciddi bir tedirginlik ve korkuyu da beraberinde getiriyor.
Bu karabasan kürtajı yasaklayarak kovulmaz. Cinsellik yokmuş, yaşanmıyormuş gibi yaparak kurtulamayız bu kabuslardan. Bu konudaki muhtemel bir yasak öncelikle kadınları etkileyecek elbette. Ancak bu sadece kadınların meselesi değil. Kişi hak ve özgürlüklerine, bireysel seçimlere ve tercihlere son derece sert bir müdahale. Bu nedenle herkesin karşı durması, kendi bulunduğu yerden sözünü söylemesi gereken bir konu.
Uyu Deme, Uyuyamam!
Kabus görmeden, karabasan basmadan şöyle güzel bir uyku çekmeyeli çok olmadı mı? Uykularımız kaçmıyor mu? Her uykuya dalışımızda yeni bir kabus görmekten korkmuyor muyuz? Ya da her yeni güne korkuya uyanmıyor muyuz, acaba bugün neler neler gelecek başımıza diye? Yok kaçtı uykum.
Sinem Bacı’nın da dediği gibi: Uyu deme, uyuyamam!