Geçtiğimiz hafta Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirilişinin 12. yıldönümünde Kürtler, gerek metropollerde gerekse bölgede yoğun protestolar gerçekleştirdiler. Bu kitlesel protestolar ve ardından gelen devlet terörü Türkiye’nin batısında genellikle gözden kaçtı. Fırat Haber Ajansı’ndan (ANF) yaptığım taramadan edindiğim izlenime dayanarak, yaşanan gözaltı ve tutuklama furyasının ancak 2009 yerel seçimlerinden hemen sonra gerçekleştirilen kitlesel KCK operasyonuyla karşılaştırılabileceğini söyleyebilirim. Yüzlerce kişi gözaltına alındı ve onlarcası tutuklandı. Polis, gösterilere son derece sert müdahalede bulundu. Bazı yerlerde baygınlık geçiren insanlar yerlerde sürüklenerek gözaltına alındı, yaşlı kadınların kolları kırıldı. Gözaltına alınan ve tutuklananlar arasında çocukların epeyce fazla olması da dikkat çekici bir başka özellikti.
Kim ne derse desin, 15 Şubat’ta Kürtlerin kitlesel eylemliliklerine yoğun bir şiddet ve gözaltı/tutuklama dalgasıyla yanıt verilmesi –tıpkı son günlerde başka ANF olmak üzere Kürt internet sitelerine yapılan yoğun saldırılar gibi– AKP’nin bölgedeki seçim stratejisini ele veriyor. Bölgede Kürtlerin önemli bir kısmı, tıpkı Mısır’da veya diğer Ortadoğu/Kuzey Afrika ülkelerinde olduğu gibi, sinmeyi reddediyor ve aktif mücadeleyi sürdürüyorlar. Devlet ise, büyük bir irade kırma savaşı vererek yoğun fiziksel şiddet uyguluyor; yüzlerce kişiyi gözaltına alıyor ve “örgüt adına eylem yapma”, “örgüt propagandası yapma”, “toplantı gösteri yürüyüşleri yasasına aykırı davranma”, “devlet malına zarar verme” türünden, bir araya geldiğinde 10-15 yılı bulan hapis cezalarıyla yargılanmak üzere onlarcasını tutukluyor.
Bu isyan bastırma operasyonunda AKP’nin hesabı belli. Haziran 2011’deki seçimlere yaklaşılırken Kürdistan’da özgürce faaliyet yürütebilecek Kürt siyasetçilerin, aktivistlerin, kitle gösterilerine katılanların sayısını mümkün olduğunda aza indirmek. İnsanları cezaevlerine tıkmak ve böylece seçim ortamında Kürt halkının taleplerinin mümkün olduğunca az duyulmasını sağlamak. Tabii bunun bir sonucu olarak DTP’nin genel seçimlerde ciddi bir oy kaybına uğramasını garantilemek ve Kürt Hareketi’ni Kürt sorununda muhatap konumundan çıkarmak.
Belki bazı haber başlıkları ve ayrıntılar, 15 Şubat öncesi ve sonrasında gösteri yapan Kürtlere dönük devlet şiddeti hakkında bir fikir verebilir. Aşağıda sıraladıklarım, yalnızca benim haber taramasında tespit ettiklerimden ibaret.
Bazı Haber Başlıkları ve Ayrıntılar
Gösteriler gayet geniş bir coğrafi alan yayıldı. İstanbul Bağcılar ve Tarlabaşı, İzmir’de bazı semtler, Van merkez, Erciş, Muradiye ilçeleri, Hakkari merkez, Yüksekova ilçesi, Ağrı’nın Doğubayazıt ve Diyadin ilçeleri, Adana-Seyhan, Mersin’de birçok mahalle, Iğdır, Mardin’e bağlı Kızıltepe, Mazıdağı, Nusaybin ve Derik ilçeleri, Batman, Şırnak’ın Silopi ve Cizre ilçeleri, Urfa’nın Suruç, Birecik ve Viranşehir ilçeleri, Bingöl merkez, Diyarbakır’ın Bağlar, Sur, Yenişehir ve Kayapınar merkez ilçeleri, ayrıca Bismil, Ergani, Lice ve Çınar ilçeleri, Silvan, Siirt ve Dersim-Ovacık.
ANF’nin haberlerine göre 15 Şubat’taki ilk protestolarda 146 kişi gözaltına alındı. 16 Şubat’ta 3’ü çocuk olmak üzere en az 17 kişinin tutuklandığı haberi geçti. 17 Şubat’ta Bismil’de bir çocuğun tutuklandığı, Bitlis’in Güroymak (Norşin), Ahlat ve Tatvan ilçelerinde ise ev baskınları düzenlendiği bildirildi. BDP Tatvan İlçe Başkanı dahil pek çok kişi gözaltına alındı. Yine 17 Şubat’ta Diyarbakır’da yaklaşık 20 bin kişi, polisin bir önceki gösteriye sert müdahalesini ve gözaltıları protesto etmek amacıyla yürüyüşe geçti. 6 genç feci şekilde dövülerek gözaltına alındı. 17 Şubat’ta ANF’nin başka bir haberine göre, çeşitli Kürt illerinde 13 kişi daha tutuklanmıştı. Bunlardan ikisi çocuktu. 18 Şubat’ta başka bir haber, bu sefer Van’da 7 çocuğun tutuklandığını bildirdi. "Örgüt üyesi olmak" iddiasıyla tutuklanan çocuklar Van M Tipi Cezaevi'ne gönderildiler. 19 Şubat’taki bir habere göre ise, Van’da gözaltına alınan kişilerden 9’u “örgüt üyesi olmak” iddiasıyla tutuklanmıştı. Aynı haberde, "Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu"na muhalefet etmek, "Kamu malına zarar vermek", "patlayıcı madde bulundurmak", "Örgüt propagandası yapmak" ve "Görevli memura mukavemet etmek" suçlamalarıyla Ergani’de 2 BDP üyesinin tutuklandığı bildiriliyordu.
Bir de ironik diyebileceğimiz gözaltı ve tutuklamalar gerçekleşmişti. Henüz 15 Şubat gelmeden ve ortada eylem filan yokken cengaver Türk polisi harekete geçti, mahallelere ve evlere baskınlar düzenledi. Batman’da 15 yaşında iki çocuk “örgüt üyesi olma ihtimali ve eylem yapma ihtimali” gerekçesiyle tutuklandı. 15 Şubat’ta gerçekleşmesi olası eylemlere karşı yapılan ev baskınlarında Hakkari ve Van’da 29 kişi gözaltına alındı. İstanbul’da ise yine kimlik kontrolleri ve baskınlar sonucu, 3’ü çocuk, 14’ü üniversite öğrencisi, 35 kişi gözaltına alındı. Antep’te de ev baskınları yapıldı ve 8 kişi tutuklandı. İzmir’in Menemen ilçesinde 5 kişi gözaltına alınırken, Mersin’de yapılan basın açıklamasına katıldıktan sonra Tarsus’a dönen BDP’lilerden 17 kişi gözaltına alındı, bunların 7’i çocuktu. Yine Mersin’de yapılan ev baskınlarında 3 çocuk gözaltına alındı. ANF, 16 Şubat’ta yayımladığı bir haberin başlığını, durumu protesto edercesine şöyle koymuştu: “Sıkıyönetimden Ne Farkı Var?”
İfade Özgürlüğü ve Barış Mücadelesi
İfade özgürlüğü hakkı dünyanın her yerinde, toplanma ve gösteri yapma hakkını da içerecek şekilde tanımlanır. Öcalan’ın Kenya’da kaçırılıp Türkiye’ye getirilişinin 12. yıldönümünde Kürtlere yapılanlar, açıkça ifade özgürlüğü hakkının ihlalidir. AKP yanlısı Zaman ve Yeni Şafak gibi gazetelerin polis birimlerine dayanarak yaptığı, “BDP Seçimler Öncesi Kaos Yaratmayı Planlıyor” türünden çakma haberleri ve gösterileri “terör eylemleri” olarak lanse eden medyatik söylemini bir kenara bırakırsak, Kürt kitleleri, Öcalan’ın serbest bırakılmasını istemiş ve taleplerini dile getirmişlerdir.
En önemlisi ise, bir yandan Kürt halkının önemli bir kesiminin taleplerini dile getirmesi baskı ve zor politikasıyla engellenirken, kalıcı bir barışın nasıl mümkün olacağı sorusudur. Belli ki AKP ve devlet, özellikle seçim sürecinde Kürtlerin sahici taleplerinin duyulmasını istemiyor. Kürtleri, devlet aklının izin verdiği ölçüde kısıtlı bazı tavizlerle yetinmeye çağırıyor. Batı’da ise Kürt sorununun Türkî kamuoyunda kendi çizdiği çerçeveyle sınırlı olarak tartışılmasını istiyor.
Bu noktada en önemli hususlardan birisi, Türkiye’nin batısında yaşayan bizlerin aklımızı başımıza toplayıp tutarlı bir ifade özgürlüğü ve barış mücadelesi vermemiz gerektiğidir. Kürtlere yapılan yoğun baskılar, sonunda kalıcı bir barışı hedefleyen bir insan hakları mücadelesinin konusu olmadıkça, batıda yaşayan bizlerin gündemi Kürt bölgesinin gündeminden giderek ayrışıyor. Bu durumda, kapsayıcı, Türkiye’deki bütün mağdurları dikkate alan bir hak-hukuk mücadelesi yerine, yalnızca çerçevesi epeyce dar çizilen kampanyalara katılarak vicdanlarımızı rahatlatma riskiyle karşı karşıya kalıyoruz.
Bu tehlikeye ilişkin bir örnek olay olarak, Pınar Selek davası etrafında yürütülen kampanyaya kısaca değinmek istiyorum.
Pınar Selek Kampanyası: Neden Bu Kadar Dar Kapsamlı?
Bilindiği gibi Pınar Selek, seçkin denebilecek bir kesimden gelen bir aydın olarak Kürt halkının mücadelesini aktif şekilde destekledi ve devlet bu “kötü-örneği” asla unutmadı. Pınar Selek, benzer konumdaki birçok kişi gibi, görece dar bir aydın kesimin içinde muhalif bir kimlikle çeşitli faaliyetler yürütmeyi seçebilirdi. Fakat Pınar, sınırları zorladı ve Türkî aydınların Kürt sorununa aktif şekilde müdahil olabileceğine dair olumlu bir örnek teşkil etti. Pınar’ın yıllardır ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istemiyle yargılanmasının ve yaşanan hukuk rezaletinin gerisinde, bu tür “kötü-örneklerin” yaygınlaşmasını engelleme iradesinin olduğunu söyleyebiliriz.
Gelgelelim Pınar Selek hakkında son duruşmaya kadar yürütülen kampanya, bu örnek aydın mücadelesini tamamlayıcı nitelikte olamadı ve Türkiye’de muhaliflerin giderek artan şekilde maruz kaldığı ifade özgürlüğü ihlalleri sorununa temas etmekten kaçındı.
Oysa Pınar Selek’in yaşadığı mağduriyet, çoğu Kürt binlerce kişinin düşüncelerini, taleplerini dile getirmesini engellemek üzere habire devreye sokulan Terörle Mücadele Yasası’nı (TMY), diğer düşünce suçlularını, hapisteki gazeteci ve yazarları gündeme getirmek için iyi bir fırsat olabilirdi.
Üstelik Pınar’ın davasına kısa süre kala, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) bir deklarasyon yayımlamış ve iki kez beraat etmesine rağmen 9 Şubat tarihinde ikinci kez yargılanacak olan Pınar’ın yanı sıra, cezaevlerine ilişkin yazdığı kitap nedeniyle tutuklu bulunan Nevin Berktaş’a ve Ağustos ayında Türkiye’ye giderken “asılsız ve uydurma iddialara dayalı olarak” 4 ay cezaevinde kalan, çıkarıldığı ilk mahkemede bırakıldıktan sonra sınır dışı edilen yazar Doğan Akhanlı’ya değinmişti. Ayrıca deklarasyonda halen Türkiye’de 44 gazeteci ve yazarın hapiste olduğu da hatırlatılmıştı.
Kampanyayı yürütenler, ifade özgürlüğü mücadelesine ilişkin daha anlamlı bir çerçeve oluşturmazken, davaya destek amacıyla gelen “ünlü isimler” de benzer bir tutum benimsediler ve izleyebildiğim kadarıyla Türkiye’deki diğer mağdurların durumuna pek değinmediler.
İşin en tuhaf tarafı ise, Pınar’a destek amacıyla gelen “ünlüler”in, nedense benzer davalar ve mağduriyetlerde pek ortalıkta görünmemeleriydi. Destek amacıyla gelenler arasında, Alman Yazar Günter Wallraf, Almanya Pen Uluslararası Yazarlar Birliği Başkanı Christa Schuenke, AB-Türkiye Karma Parlemento Komitesi Eş Başkanı Helene Flautre, Avrupa Parlamenteri Barbara Lochbihler, Yaşar Kemal, DİSK Başkanı Süleyman Çelebi vardı. Elbette kaçırmış olabilirim, ama bu isimlerin onlarca yıl hapis cezası istemiyle yargılanan, benzer korumdaki TMY mağdurlarının duruşmalarına katıldıklarına ve destek verdiklerine tanık olmadım.
***
Türkiye’de ifade özgürlüğü mücadelesinin, ancak bütün muhalifler için, ilkesel düzeyde ve mümkün olduğunca kapsayıcı şekilde yürütüldüğünde belirli bir başarı kazanacağı aşikâr görünüyor. Bu nedenle, barış mücadelesiyle iç içe geçen sahici bir insan hakları ve ifade özgürlüğü mücadelesi örgütleyebilmek için perspektifimizi geniş tutmak ve özellikle Kürt illerinde yaşananları ülkenin batısında gündeme getirmek büyük önem taşıyor.