Son günlerde ana-akım medyadan, özellikle de AKP yanlısı medyadan edindiğim izlenim, “Kürt açılımı” ya da “demokratik açılım” konusunda somut bir projenin şekillendiği yönünde.

Bilindiği gibi, hafta içinde Abdullah Öcalan, avukatlarıyla yaptığı görüşmede (birisi Avrupa’dan, diğerleri Kandil ve Maxmur’dan olmak üzere) üç barış grubunun Türkiye’ye gelmesi çağrısı yaptı. Bu grupların Cumhurbaşkanı, TBMM, Meclis Başkanı gibi kişi ve kurumları dolaşarak Kürt halkının Türklerle birlikte yaşamak için olmazsa olmaz taleplerini iletmelerini önerdi. Böylece mevcut siyasi tıkanıklığın aşılabileceğini ve müzakere yolunun açılabileceğini söyledi.

Ertesi gün PKK bir açıklama yaparak öneriyi sahiplendiğini ve kısa süre içinde üç grubun Türkiye’ye Habur sınır kapısından giriş yapacağını duyurdu. Son olarak Kürt medyasından okuduğum bir haberde ise, Kandil ve Maxmur’dan gelecek olan grupların 19 Ekim Pazartesi günü Türkiye’ye giriş yapacakları belirtiliyordu.

Ana-akım medya, özellikle de “muhafazakâr medya” dediğimiz AKP yanlısı medya, bu gelişmeyi “Kürt açılımı”nın hayata geçmeye başlaması olarak nitelendirdi. Hatta Kanal 24’te izlediğim bir programda, stüdyo konuğu, “keşke bu dönemde Erdoğan-Baykal ve Erdoğan-Bahçeli görüşmesi gerçekleşmiş olsaydı; böylece bundan sonra atılacak adımlara daha büyük bir toplumsal destek sağlanmış olurdu” mealinde görüşlerini dile getirdi.

Fakat barış gruplarına ilişkin bu yaklaşım AKP yanlısı medyayla sınırlı değildi. Örneğin, Taraf’tan Yasemin Çongar ismini vermediği devlet yetkilileri ile yaptığı görüşmelerden, PKK’li grupların gelmesinin bir süredir devlet birimleri tarafından tasarlanan bir süreç olduğunu, devletin gelenlere “yumuşak” davranarak PKK’nin dağdan inme sürecini başlatmasının sürpriz sayılamayacağını yazıyordu. Milliyet’ten Derya Sazak ise, ABD’nin üst düzey üç PKK’liyi “uyuşturucu kaçakçıları” listesine almasının ve Türkiye’nin güney komşularıyla yürüttüğü anti-PKK diplomasi trafiğinin, PKK’yi bir tür onurlu teslimiyet sürecine zorladığını belirtiyordu.

Öcalan barış gruplarının Türkiye’ye gelmesi çağrısı yaparken sanıyorum iki noktada ilerleme sağlanmasını umuyor. Birincisi, Kürt tarafının, yani PKK’nin barış talebinde samimi olduğunu ortaya koymak. Böylece son zamanlarda AKP’ye yakın kesimlerin, “AKP statükocu bir muhalefete rağmen elinden geleni yapıyor, fakat DTP sert tutumundan vazgeçmeyerek açılımın önünü tıkıyor” yolundaki demagojisini boşa çıkarmak; Kürt tarafını “teste tabi tutulan taraf” olmaktan çıkarıp devletin ve AKP’nin gerçek niyetinin ne olduğunu ortaya koymak. İkinci ve kuşkusuz daha stratejik olan husus ise, eğer devlet bu yönde adımlar atmaya hazırlıklıysa, PKK ile devlet arasındaki müzakerelerin yolunu biraz dolaylı bir yöntemle de olsa açabilmek. Bunlara ilaveten, özellikle Kürt bölgesinde halkın barış gruplarını kitlesel şekilde karşılayarak sahiplenmesi ve barış talebi etrafında seferber olması, gerek devlete gerekse Türk kamuoyuna verilen son derece önemli bir mesaj olacak.

Peki ne olacak? Barış grupları üyeleri, 1999 yılında benzer şekilde Türkiye’ye gelen barış gruplarının akıbetine mi uğrayacak? Hapse atılıp terör suçlarından 10-15 yıl cezaya mı çarptırılacaklar?

Ana-akım medyada “Kürt açılımı”nı destekleyen kesiminden verilen ilk tepkilere bakılırsa, bu kez böyle olmamalı. Devlet, bu gelenleri bir süre “rehabilitasyon” sürecine tabi tutmalı ve daha sonra “topluma kazandırma” sürecinin işlemesini sağlamalı. Tabii bu yapılırken, gelenlerin masum insanları öldürmüş bir örgütün mensupları oldukları da unutulmamalı ve Türk halkının, şehit ailelerinin “hassasiyetleri” göz önüne alınmalı.

Öyle görünüyor ki, AKP’nin başlattığı “açılım” süreci, şimdiye kadar denenmiş olan pişmanlık yasalarının biraz ötesine geçiyor ve PKK’lilerin “onurlu şekilde teslim olmalarına” olanak tanımak istiyor. CHP ile (hatta olabilirse MHP ile) görüşmekte ısrar etmesi ise, gerekli yasal değişikliğe destek sağlama ve bunu, “milli bir mutabakat” çerçevesinde gerçekleştirme hedefine işaret ediyor. Ana-akım medyanın açılımı destekleyen kesiminden, barış gruplarının gelişini “işte teslim olmaya gelmiyorlar, bu güzel bir gelişme; ama bu kez biz de biraz dikkatli davranalım, PKK’nin eline koz vermeyelim” mealinde yorumlar gelmesi başka nasıl anlaşılabilir?

Belki bu “teslimiyet” süreci hız kazandıkça, Kürtlerin kültürel haklarına dönük bazı küçük iyileştirmeler de yapılabilir. Örneğin özel TV kanallarının zaman olarak sınırsız (ama muhtemelen dil eğitimini içermeyen şekilde) Kürtçe yayın yapmasına izin verilebilir. Yüksek lisans, yani enstitü düzeyinde “yaşayan diller” bölümleri kurulabilir. Biraz daha orta vadede “toplum hazır olduğunda” ise, belki üniversiteler ve orta öğrenime seçmeli Kürtçe dersler konulabilir.

Kürt toplumunun ve örgütlerinin soruna bakışı ile devletin “açılım” adını verdiği “rehabilitasyon” projesi arasında kapatılması mümkün olmayan bir fark var. Kürtler taleplerini devlete ve Türk kamuoyuna iletmeye çalışırken, devlet teslim olmanın “onurlu yollarını” hazırlamaya çalışıyor gibi görünüyor.

Peki belirleyici olan ne olacak? Önümüzdeki günlerde barış gruplarının Türkiye’ye gelmesiyle Kürt halkının kitlesel bir seferberlik içine girmesi, gerçek bir barış için işlemesi gereken dinamikler konusunda gayet iyi bir fikir verecek gibi görünüyor.