18 Aralık günü Başbakan ve beraberindeki güvenlik güçlerinin ODTÜ’ye düzenlediği çıkarma harekatı (Göktürk-2 uydusu fırlatılacakmış!), son yıllarda giderek yükselen bildik devlet şiddeti kalıbının bir tekrarı niteliğindeydi: Muhalif bir gösterinin kokusu alınmışsa, grubun içerisinde sol siyasetlerle alakalı insanlar tespit edilmişse, hele bir de sözüm ona “tehlike” tam da Başbakan’ın civarında bir yerlerdeyse, polis gösterileri henüz başlamadan aşırı güç kullanarak bastırır, sonrasında çıkan olaylara karışanları gözaltına alır, savcılık tutuklar, hakim TMK’nın maddeleriyle yargılar. Elbirliğiyle yürütülen bu tedhiş eylemine devletten “özerk” kurumların da canı gönülden katılmaları talep edilir. Örneğin bir üniversiteden beklenen, YÖK disiplin yönetmeliğini azami titizlikle uygulaması, propaganda maksatlı masa açmaktan izinsiz afiş asmaya kadar her türden öğrenci faaliyetini acımasızca cezalandırmasıdır.
Kraldan çok kralcı üniversite yöneticileri marifetiyle işletilen YÖK disiplin yönetmeliğinin bilançosu geçtiğimiz yıl CHP’li bir milletvekilinin verdiği soru önergesiyle açıklanmış, iki yıl içerisinde binlerce öğrencinin disiplin soruşturması tezgahından geçirildiğini, yine binlercesine okulla ilişkilerinin kesilmesine varan ağır cezalar verildiğini öğrenmiştik. Tabii bir de artık son derece tanıdık gelen bir tutuklu öğrenciler tablosu var: Yaklaşık bine yakın öğrenci terörle ilişkilendirilen faaliyetler nedeniyle hapishanelerde tutuluyor ve bunların pekçoğu üniversitelerindeki sınav haklarından dahi yararlanamıyor (ve bu rakamları zikrederken her zaman KCK davasını hatırlayalım, çünkü öğrencilerin pekçoğu bu davadan sanık).
ODTÜ topluluğu, 18 Aralık günü yaşanan olayların ardından üniversite yönetimi, mezunlar derneği, öğretim elemanları derneği ve öğrenciler olarak bir araya gelip halen üniversitenin internet sayfasında yer alan o bildiriyi yayımlamamış olsaydı, tüm yaşananlar belki de Türkiye’nin her yerindeki o bildik ve alışılmış şiddet kalıbının bir örneği olarak unutulacaktı. ODTÜ’nün resmi bildirisi titiz ve ölçülü bir dille şunları söylüyor: “... şiddeti kınıyoruz ... öncelikle güvenlik güçlerinin dikkatli davranmasını bekliyoruz ... üniversitemizde özgürlük ve özgür düşünce ortamının sürdürülebilmesi için, öğrencilerimizin de protesto haklarını şiddete başvurmadan kullanmaları gerektiğini düşünüyoruz ...”.
Küçük kıyamet tam da burada koptu. Bir üniversite öğrencisinden ancak itaat, bir üniversite yönetiminden ancak disiplin ve otorite talep eden Başbakan, 21 Aralık gecesi kendisiyle yapılan her zamanki danışıklı televizyon mülakatlarından birinde “... siz nasıl bir üniversitesiniz ... sizin yetiştirdiğiniz öğrenciler bunlarsa Türkiye batmıştır ... Böyle üniversite öğretim görevlisi olsa ne olur olmasa ne olur!” sözleriyle ODTÜ’yü doğrudan hedef aldı. Hükümetin adı konmamış “psikolojik harekatının” maşası basın, eylemlerde yer alan öğrenciler ve ODTÜ hakkında yoğun bir karalama kampanyası başlattı. Başbakan’ın “siz nasıl bir basınsınız, devletimizin başarılarıyla mutlu olmayı ne zaman öğreneceksiniz?” uyarılarıyla şahlanıp, her biri kendi meşrebine uygun farklı yöntemlerle ODTÜ’ye saldırmaya başladı. Halka dayatılan fikir kargaları güldürecek cinsten fakat herkes gülüyor mu, emin değilim: “ODTÜ kampüsü sol, anarşist, darbeci, despot fakat marjinal gruplar tarafından esir alınmıştır; ‘iyi aile çocukları’ ötekileştirilmiştir; üniversite yönetimi ise tüm bu olup bitenler karşısında dirayetsiz ve suç ortağı konumundadır.” İnanmayan bir süreliğine Star gazetesi okusun.
Medya manipülasyonlarını bir kenara bırakıp üniversiteler cephesinden yükselen tepkilere odaklanmak daha ilginç bir tablo sunacaktır. Başbakan’ın ODTÜ karşısında duyduğu hayal kırıklığından vazife çıkaran çeşitli üniversite yöneticileri, iktidara yakın olmanın dayanılmaz hafifliğiyle, Türkiye yüksek öğretim tarihine “25 Aralık Kara Bildirisi” adıyla geçecek bir metne imza attılar. İstanbul’da, Boğaziçi Üniversitesi dışındaki tüm kamu üniversiteleri tarafından başlatılan bu koroya irili ufaklı kamu ve özel üniversitelerin de katılımıyla onlarca üniversite eklendi. “Türkiye Cumhuriyeti'nin uzay bilimleri ve teknolojileri alanında göstermiş olduğu bu tarihi başarı, ne yazık ki ODTÜ yerleşkesinde bazı öğrencilerin şiddet eylemleriyle gölgelenmeye çalışılmıştır... ülkemizde heyecan uyandıran ve tüm dünyanın ilgisini çeken böylesine bir bilimsel ve teknolojik başarının gerçekleşmesinde katkısı olan bilim adamlarımıza ve diğer yetkililere teşekkür eder, tebriklerimizi sunarız”. Ve daha neler neler... “Bilime ve gelişmeye karşı yapılan bu anlamsız protesto girişimlerini kınayanlar”, “milletçe gurur duymamız gereken bir günde Başbakan’ın protesto edilmesine bir anlam veremeyenler”, “hükümetin yüksek öğretim alanındaki performansını”, “üniversite özerkliği alanında yaptıklarını” yerlere göklere sığdıramayanlar.
Türkiye üniversitelerinin kahir ekseriyetine hakim olan yönetim anlayışının bilimsel özgürlük, akademik özerklik, ifade özgürlüğü ve dokunulmazlık gibi nosyonlardan habersiz olması şaşırtıcı değil. Fakat bizzat Başbakan ve hükümet tarafından kışkırtılmış bir koroya katılmakta bu derece istekli olmaları, bunu objektif olarak, öz-savunma pozisyonuna sürüklenmiş ODTÜ’ye karşı yapabilmeleri, üniversite-AKP ilişkilerinin vardığı boyutları göstermesi bakımından özellikle kayda değer.
Üniversitelerin atanmış yöneticilerinin bu tavrı yanıtsız kalmadı. 25 Aralık haftası boyunca çok sayıda öğretim elemanı derneği, pekçok akademisyen inisiyatifi, sivil toplum kuruluşları ve hepsinden önemlisi, bizzat iktidar yanlısı tutum alan üniversitelerin kendi akademik kadroları birbiri peşi sıra bildiriler yayımladı. “Üniversiteler iktidarın arka bahçesi değil, özgür, özerk alanlardır! – Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği”, “Akademi itaatın değil, eleştirinin mekanıdır! – İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden akademisyenler”, “Bu Rektörler Bize Lazım Değil! – Çok sayıda öğretim elemanları derneği”, “Üniversiteler, iktidarların böbürleneceği projeler üreten, şirketlerin taşeronu gibi çalışan, kâr hedefine odaklanan imalathaneler değildir – Galatasaray Üniversitesi’nden öğretim elemanları”. Ve bunlara eklenebilecek onlarcası. Bu bildirilerin hemen hepsinin bizzat öğretim elemanlarının imzasıyla ve kendi rektörlerine karşı yayımlanmış olması da özellikle önemlidir. Bu arada bir parantez açarak kendi üniversitemden (Boğaziçi Üniversitesi) 140 akademisyenin 18 Aralık olaylarının hemen ertesi günü ODTÜ topluluğuna bir destek mesajı yayımladığını hatırlatmak isterim.
Başbakan hafta boyunca medyaya malzeme üretmeye devam etti. AKP gençlik kollarına yaptığı bir konuşmada sanki bir ülkenin güçlü başbakanı değil de hır gür çıkarıp bundan nasiplenmeye çalışan bir hizibin sözcüsüymüş gibi açıkça ayrımcılık yaptı: “Birileri ellerinde döner bıçakları, molotoflar, demir bilye ve sapanlarla akla hayale gelmeyecek kilit taşları ile dolaşabilir. Ama AK Parti'nin gençliği bilgisayarı ile dolaşacak. O tuşlarla dünyaya yeniden dirilişimizin destanını yazacak. Sizler fikirde varsınız, düşüncede varsınız, ilimde varsınız, yüksek teknolojinin tesisinde olacaksınız. Bu yarışta onlar size ulaşamayacak sizi yakalayamayacaklar. Sizler 'Oku! Seni yaradan Rabbi'nin adıyla oku!' emrine muhatap bir gençlik olarak okuyacak, geleceğe böyle yürüyeceksiniz ...”
Bugün itibariyle ODTÜ üzerindeki spekülasyonlar devam ediyor. Türkiye’nin her yerinde, muhalif itkilerle, laik, özgürlükçü değerlerle yaşayan geniş bir gençlik kesimi var. ODTÜ’lü öğrenciler hafta içindeki gösterilerde meselenin sadece sol-siyasi gruplarla sınırlı olmadığını, Türkiye’de insanların hukuk ve adalete olan inancını temelden sarsan, barış içerisinde yaşama azmini körelten gelişmelerin çok daha geniş bir kesimi rahatsız ettiğin gösterdiler.
ODTÜ üzerine spekülasyonlar devam ediyor: Bugün itibariyle Eğitim-İş (MHP’ye yakın sendika) ODTÜ’nün “Amerikan karşıtlığının kalesi olduğu için hükümet tarafından hedef haline getirildiğini” iddia eden bir gösteri düzenledi. AKP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, ODTÜ’nün “vesayet rejiminin son kalesi” olduğunu iddia etti. Önümüzdeki günlerde öğrencilerin inisiyatifiyle yükselen olayların tanıdık siyasi kalıplara sıkıştırılarak manipüle edilmesi çabalarına tanık olmaya devam edeceğiz.
ODTÜ, başka yerlerde de görülen bir kalıba uygun olarak, öğrencilerin hareketiyle kıpırdadı. ODTÜ topluluğu bir üniversite olmanın bilinciyle hareket etti, Türkiye ODTÜ’nün sol siyasetlerle ilişkili tarihini ve önemini hatırladı. Şimdi izlemeye devam.