15-16 Temmuz 2016 tarihleri arasında, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde kendilerini Yurtta Sulh Konseyi olarak tanımlayan askerler tarafından bir silahlı kalkışma girişimi gerçekleştirildi. Bu girişim mevcut iktidar dışında, muhalefetin önemli bir bölümü tarafından 'darbeye de karşıyız diktaya da' şeklinde karşılandı. İşin darbe kısmı malum... Dikta meselesinin vurgulanmasının nedeni ise özetle Kobane direnişi sonrasında Milli Güvenlik Kurulu’nun (MGK) öncülüğünde alınan kararlarla 7 Haziran seçimlerine giden süreçte, 7 Haziran’dan sonra Suruç ve Ankara bombalamalarının yaşandığı bir dönemin sonrasında 1 Kasım seçimleri ile tek parti iktidarının yeniden tesis edildiği süreçte ve 1 Kasım seçimlerinden sonra terörle mücadele adı altında onca yerleşim yerinin yakılıp, yıkıldığı süreçte yaşananlardı.
Olağanüstü Hal İlanı
Demokrasiye(?) kastedilen bu kalkışmanın, darbe girişiminin sonucunda, kontrol mevcut iktidar tarafından tamamen ele alındıktan sonra, tüm ülke genelinde 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 3. maddesinin (b) bendine göre, MGK’nun 20 Temmuz 2016’da aldığı tavsiye kararını göz önünde bulunduran Bakanlar Kurulu’nun 2016/9064 sayılı kararıyla 21 Temmuz 2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hal ilan edildi.
Olağanüstü hal ilanı ve sonrasında yayınlanan olağanüstü hal dönemi Kanun Hükmünde Kararname(KHK)’sine yönelik kararların Anayasa’da tanımlanan yetkiler ve usuller çerçevesinde alınan kararlar olduğuna şüphe yok. (Anayasa’da bu olağanüstü hal ilanı, uygulaması ve denetimi konusunda bakılabilecek doğrudan ilgili maddeler 13., 15., 91., 120., 121., 148. maddelerdir.)
Öncelikli olarak şunu söyleyelim, ülke çapında Şiddet olaylarının yaygınlaşması ve kamu düzeninin ciddî şekilde bozulması nedeniyle olağanüstü hal ilanı hukuka aykırıdır. Zira böyle bir durum yoktur. Yani olağanüstü hal ilanının ön şartı ortada yoktur. Bu konuda Av.Fikret İlkiz’in yazısı, Av.Arif Ali Cangı’nın yazısı, Yrd.Doç.Dr.Kerem Altıparmak’ın yazısı okunabilir. Dolayısı ile hukuka aykırı bir olağanüstü hal ilanına dayalı olarak alınacak kararlarda şimdiden meşruluk tartışmasına açıktır.
Olağanüstü Hal KHK’leri
Olağanüstü Hal ilanının hemen peşi sıra 667 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname yayınlandı. Kararname ile bir çok eğitim kurumu kapatıldı, örgüt üyeliği konusunda amirin kanaatine dayalı memuriyetten atma konusunda yetkiler verildi. Daha bir çok konuda Olağanüstü Hal yasasının mülki amirlere verdiği süper yetkiler söz konusu. Üstelik Anayasa ve Olağanüstü Hal yasasına göre, olağanüstü hal yasası dönemi KHK’leri ve bu KHK’lerden kaynaklı uygulamalar yargı yolu kapalı.
Anayasa Mahkemesi’nin geçmiş kararlarından yola çıkarak, bu konuda düzenleme yetkisinin sınırsız olmadığını belirtelim. Bu dönem çıkarılabilecek KHK’ler, olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda yapılabilir. Olağanüstü halin gerekli kılmadığı konularda KHK ile düzenleme yapılması hukuka aykırıdır. 667 Sayılı KHK , cadı avına imkan tanıyan yapısı ile tamamen Anayasa’ya ve taraf olunan uluslararası sözleşmelere aykırıdır.
Anayasa Mahkemesi Denetimi
Olağanüstü hal dönemi KHK’leri Cumhurbaşkanlığı başkanlığındaki Bakanlar Kurulu tarafından karar altına alınır ve derhal TBMM onayına sunulur. KHK’ler hakkında tek denetim makamı TBMM’dir. TBMM, kararı aynen onaylayabilir, içeriğini daraltıp, genişletebilir, reddederek ortadan kaldırabilir. KHK’nin onaylanması ile KHK yasa halini alır ve bu noktadan sonra Anayasa Mahkemesi’nin denetim yetkisi başlar. Anayasa Mahkemesi’nin denetim yasağı, TBMM’nin onayı öncesindeki dönemi kapsamaktadır. Hükümetin KHK’leri derhal uygulamaya almasının bir sebebi de olası bir iptal öncesi atı alanın Üsküdar’ı geçme kaygısındandır.
Bu süreçte Anayasa Mahkemesi’nin denetim yetkisini başta muhalefet partileri ve bireysel başvuru yolu ile tüm yurttaşlar zorlamalı, ihlaller en azından kayıt altına aldırmalıdır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’nin Askıya Alınması
Türkiye, ayrıca Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni OHAL boyunca askıya aldığını, Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş aracılığıyla açıkladı.
Bu durum, AİHM’nin bu sürede devre dışı olduğu, Anayasa uyarınca, taraf olunan AİHS’nin olağanüstü hal ilanı döneminde dahi yasakladığı eylemleri ve yine bu konuda uluslararası sözleşmelerle çelişmemek üzere olağanüstü hal yasasının tüm yasaların üzerinde olduğu anlamına geliyor. Tabi şunu ifade etmek gerekir. Bu durumda bile sözleşmenin bazı maddeleri (2,3,4 ve 7) ihlal edilemez. Yani askıya alınamaz. (Yaşam hakkı, işkenceye uğramama hakkı gibi...)
AİHM’nin ve AİHS’nin devre dışı olduğu bu 90 günlük dönemde, Avrupa Konseyi (AK) devrededir. Avrupa Konseyi(AK)’nin amaçları, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve çoğulcu demokrasi ilkelerini korumak ve güçlendirmek; azınlıklar, ırkçılık, hoşgörüsüzlük ve yabancı düşmanlığı, sosyal dışlanma, uyuşturucu madde ve çevre konularındaki sorunlara çözüm aramak; Avrupa kültürel benliğinin oluşmasına ve gelişmesine katkıda bulunmak olarak özetlenebilir. Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nin Kurucu üyesi olarak bu amaçları gerçekleştirme taahhüdü altındadır.
Bu dönem uygulamalarının AK tarafından yakından izlenmesi, AK’ne yaşanması olası ihlallerle ilgili başvuruların belgelendirilerek yapılması önem taşımaktadır. Olası ihlaller AK kararı ile Türkiye'nin üyeliğinin sonu anlamına gelebilir.
Uluslararası Sözleşmeler
Anayasa Madde 15 düzenlemesine göre olağanüstü hallerde bile; “milletlerarası yükümlülükler ihlal edilmemek kaydıyla” ve “durumun gerektirdiği ölçüde” temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasa’da öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.
Dolayısı ile her ne kadar AİHS’nin askıya alınması söz konusu ise de Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu diğer uluslararası sözleşmeler yürürlüktedir. Yine T.C. Anayasa’sı 90.maddesinin son fıkrası bu uluslararası sözleşme kurallarını diğer tüm yasaların üzerinde kabul etmektedir. Maddeye göre “usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” Hatta bu tür sözleşme hükümlerinin Anayasa’ya aykırı olduğu dahi iddia edilemeyecektir. Türkiye, işçi, kadın, çocuk hakları, kültürel haklar ve daha bir çok alanda bir çok uluslararası sözleşmeye taraftır. OHAL uygulamaları bu sözleşmelere aykırı olamayacaktır.
Kültür Sanat Ortamı ve OHAL
Geçtiğimiz yıldan beridir yaşanan başta bombalı saldırılar ve sonrasında bu özellikle gösteri sanatları etkinlikleri üzerinde son derece olumsuz etkiler doğurdu. Hiç bir sektörde neredeyse olmayan, beklenmeyen şey özellikle eğlence sektörü adı verilen sektörden beklendi. Örneğin kimse dükkanını açmama, genel greve gitme gibi eylemlilik içine girmedi ama bu tür olaylar gerçekleşir gerçekleşmez bu sektörün öznelerinden derhal tepki vermesi, işlerini iptal etmesi beklendi. Bu da hiç şüphesiz zaten zorlukla varlıklarını sürdüren bu özneleri iyice zor duruma düşürdü.
Yukarıda ifade ettiğim üzere, ülke çapında OHAL ilanı, Anayasa’da tanımlanan şartın gerçekleşmemesi nedeniyle hukuka aykırıdır. Ülke çapında bir karışıklık hali kalmamış, devlet duruma tamamen hakim olmuştur. Bu OHAL ilanı sonrası çıkarılacak KHK’ler, Olağanüstü Hal Yasası uyarınca mülki amirlere verilen süper yetkiler sonrasında sanatsal etkinliklerin yasaklanması, engellenmesi, sanatsal ifade olanaklarının kısıtlanması, ürünlerin sansürlenmesi devletin sorumluluğunu gerektirecektir. Zira ortada hukuka uygun bir OHAL ilanı yoktur. Bu dönem hukuka aykırı uygulamalarının yargı denetiminden uzak olması, idari yargı anlamında yürütmenin durdurulması mekanizmasının devre dışı olması, devletin ileride oluşacak zararlarla ilgili tazminat sorumluluğunu ortadan kaldırmayacaktır.
Çünkü Türkiye Cumhuriyeti devleti kağıt üzerinde de olsa demokratik hukuk devletidir. Bu devletin Anayasa’sının 13.maddesine göre sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz. Aykırı olamamasının sonucu ise hukuki sorumluluktur.
Bu bağlamda tavsiyem, aslında tüm yurttaşların, özelde sanatsal ifade olanaklarını işletmeye çalışan herkesin, karşılaşacağı tüm olumsuzlukları, engellemeleri mutlaka belgelemesi, hukuki denetim kanallarının zorlanabilmesi için örgütlü mücadele edilmesidir.
Ülke gündemi aslına bakılırsa süreklilik arzeden bir olağanüstülük içerdiği için, her ne kadar ‘olağan dönem’ uygulamaları için hazırlanmışsa da, Siyah Bant ve İstanbul Bilgi Üniversitesi İnsan Hakları Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin işbirliğiyle hazırlanan, sanatçıların ve sanat kurumlarının sanatsal ifade özgürlüğü hakkının ihlal edilmesi durumunda haklarını nasıl arayabileceklerine dair önerilerin yer aldığı “Sanatsal İfade Özgürlüğü Kılavuzu” bu konuda incelenebilir.