Bu yazıyı yazarken büyük oranda ailem ve çevremden gözlemlediğim davranışları temel aldım. Şüphesiz Aleviler homojen bir grup değil ve benim bulunduğum Alevi çevresinin davranış biçimi başka bir yerdeki Alevi çevresiyle uyum göstermeyebilir. Yine de benim içinde yaşadığım Alevi çevresinin ortalama Alevi zihniyetini anlamak açısından tipik olduğunu düşünüyorum.

Referandum sürecinin başlarında, yakın çevremdeki Aleviler içinde azımsanmayacak ölçüde boykot kararı almış olan vardı. Ancak kısa bir süre sonra, başbakanın Alevilere yönelik ayrımcılık içeren, saldırgan söylemi gündeme gelince, çevremdeki tüm 'boykotçular' çok kısa sürede 'hayırcı' oldu. Peki, yakın bir zamanda alevi açılımını gündeme getiren ve alevi çalıştayı düzenleyen AKP, ne olmuştu da birden bire Alevileri doğrudan doğruya karşısına alacak bir söylemle alanlara çıkmıştı.

Bana kalırsa bu sorunun iki cevabı var. Birincisi kolay olan cevap; bu durum referanduma yönelik taktik bir adımdı. Alevilerden asla oy alamayacağını düşünen AKP, Alevileri bir kenara koyarak asıl olarak MHP'nin tabanına yönelmiş ve "son yıllarda MHP'lileri devlet kadrolarından uzaklaştırarak Alevileri doldurdular" söylemini gündeme taşımıştı. Hatta bilindiği gibi dönemim Alevi bakanlarının ses kayıtları da birden bire ortaya çıkıverdi. Birkaç ay önce ülkücülere katil diyen başbakan bu kez ülkücülerden oy istiyordu.

Nasıl olsa burası Türkiye, bu ülkede azınlıkları hedef almak, onlara hakaret etmek, ayrımcı söylemlerde bulunmak insanın başına bela açmaz, kısa sürede unutulur gider. Ortaya çıkan tüm gizli planlarda hedefte olan, öldürülmesi düşünülen, adeta bir provokasyon nesnesine dönüştürülmüş azınlıklar ve bu azınlıklardan olan Aleviler de bu kadarcık şeyi nasılsa hazmederler diye düşünmüş olmalılar. Kamuoyuna gelince, zaten orada azınlıklara hakaret etmek, hedef göstermek sıradan bir durum olarak algılanıyor, bu yüzden ciddi bir tepki beklemek mümkün değildi ve öyle de oldu.

Ancak bana kalırsa en az bu durum kadar ciddi olan ve tartışılması gereken, bu söylemin arkasında yatan ikinci nedendir. Çok açık bir şekilde ortaya koymamız gereken bir durum olduğunu düşünüyorum. AKP çevresi ve İslamcı/sağ cenahın çok büyük bir kısmı Aleviler konusunda büyük oranda şunu düşünüyor:

  1. Bu aleviler Müslüman gibi görünseler de anlayışları İslam dışıdır, İslami kaideler çerçevesinde değerlendirilemez ve algılanamazlar. Bu nedenle bu çerçeve içine çekilmeleri gerekir.
  2. 1990 sonrası gelişen İslami harekete karşı devlet Alevileri öne sürmüş ve bir Alevi kadrolaşmaya gitmiştir. Bugün statükonun değiştirilmesine karşı direnen yüksek yargı gibi kurumlarda çok sayıda Alevi var ve bu Aleviler AKP düşmanıdır. Bu nedenle, Alevi kadrolaşması sonucu son yıllarda göreve getirilmiş bu insanların temizlenmesi gerekiyor.

Kendilerini bildikleri günden itibaren Alevilerin dinsiz, imansız, ahlaksız olduğunu duyan, "Alevilerin elini dokundukları bir şey artık yenmez, içilmez" söylemleriyle büyüyen şu anki İslamcı/sağ hareketin ve tabanının bu önyargılarından kurtulduklarını ve Alevilere farklı baktıklarını gösteren herhangi bir veri göremiyorum. Asıl önemlisi Alevilerin büyük bir bölümü de göremiyor. Bu kesimlerin Alevilerle ilgili önyargıları aynen devam ediyor. Aksi halde 8 yıllık iktidarı boyunca Alevilerin tek bir talebini bile kabul etmeyen AKP'nin tavrını açıklayamayız, en azından ben açıklamakta güçlük çekiyorum.

Örneğin, bu sekiz yıllık iktidar süresi boyunca, yeterli olmasa da Kürtlerle ilgili bazı adımlar atıldı. TRT Kürtçe yayına başladı, Kürtçe, kurslarda öğrenilebilecek duruma geldi, hapishanelerde Kürtçe konuşma yasağı kalktı vs… Bunları yeterli bulursunuz ya da bulmazsınız ancak bir şeyler yapıldığını görebilir ve söyleyebilirsiniz. Ancak bu sekiz yılda Alevilerin tek bir talebi bile karşılanmadı. AİHM'in çok açık ve net kararına rağmen halen Alevi çocukları zorunlu din derslerine maruz bırakılıyor ve asimile edilmeye çalışılıyor. Alevi çalıştayını örgütleyen ve bu konuda en kapsayıcı dili kullanır gibi görünen AKP'li bakan Faruk Çelik, çok rahatlıkla "zorunlu din dersleriyle alıp veremediğiniz ne" diyebiliyor. Bunun açık bir asimilasyon olduğunu görmezden geliyor. Cem evlerinin ibadethane olarak kabul görmesi gündeme geldiğinde, Sünni ulemanın ve İslamcı çevrelerin tüyleri diken diken oluyor, "İslam'da tek ibadethane vardır o da camidir" diye veryansın etmeye başlıyorlar. Daha 1993 yılında Sivas'ta yaşanan katliamdan sonra bu ülkenin İslamcı/sağ basınının ve bu basının müstesna şahsiyetlerinin takındıkları tavrı nasıl unutabiliriz. Dönemin Refah-Yol hükümetinde adalet bakanlığı yapmış bir zatın katliamı gerçekleştirenlerin avukatlığını yapmasını, bu çevrelerin en önemli kanaat önderlerinden biri olan İsmet Özel'in yazdıklarını ve bugün bile Alevilerle ilgili dile getirdiği ırkçı, ayrımcı söylemleri açıklamak nasıl mümkün olabilir. Alevilerin istekleriyle ilgili tek bir adımın dahi atılmamasının en büyük nedeni, İslamcı/sağcı partilerin ve tabanlarının bu konudaki önyargılarıdır. Bu önyargı değişmemiştir ve asıl yapmaları gereken artık bu önyargılarından kurtulmaktır. Alevileri, İslam'dan sapmış ve doğru yola getirilmesi gereken bir grup yoldan çıkmış Müslüman olarak gördükleri sürece bu konuda en ufak bir adım bile atılamaz, atılsa bile toplumsal düzlemde işe yaramaz.

Alevi kadrolaşmaya gelince; İslamcı/sağ cenahın bu konuda konuşmaya başlamadan önce sağlam bir özeleştiri vermesi gerektiği gerçeği hala ve çok güçlü bir şekilde ortada duruyor. Bu ülkede askeri vesayet sistemini sürdürenler bunu sadece askeri güçle yapamayacaklarını gayet iyi bilirler. Bunu gerçekleştirmek için bir toplumsal tabana ihtiyaç vardır. 1980 öncesi bu sistemin temel korku nesnesi "Kominizim geliyor" idi ve toplumsal tabanı da İslamcı/sağcı gruplardı. Bugün askeri vesayet sistemine karşı cephe alan İslamcı/sağ yapıların, doksanlı yıllara kadar bu sistemin temel toplumsal dayanağı olduğunu ve bu sistemi sürdürmek için yapılan darbelerin ve eylemelerin temel tabanları olduğunu unutmamaları gerek. Bu ülkede 1960'lı yıllardan 1990'lı yıllara kadar vesayetçi sistemin temel toplumsal tabanı İslamcı ve sağcı yapılar olmuştur ve bu yıllar boyunca devlette müthiş bir İslamcı/sağcı kadrolaşma gerçekleşmiştir. Devlet kadroları İslamcı/sağcı insanlarla doldurulmuştur. "Alevilik/Kızılbaşlık/Kominizim Türkiye için en büyük tehlikedir" denmiş ve bu insanlar Alevilerin üzerine saldırtılmıştır. İslamcı/sağcı çevreler 80 öncesi hiç acımadan ve elleri titremeden Maraş'ta, Çorumda, Sivas'ta, Yozgat'ta binlerce Aleviyi katletmiştir. Bugün kalkıp, daha 20 yıl önce bu ülkede böyle katliamlar olmamış gibi davranamayız. Alevilerin, İslamcı/sağcı bir aydını ya da bu çevreleri ciddiye alabilmesi için öncelikle gerçek bir özeleştiri duymaları gerek. Nitekim bu özeleştiriyi yapanlar var ancak sayıları çok az ve bu çevrelerdeki etkileri çok kısıtlı. Katliamlarla dolu bir yakın geçmişin üstüne Alevilerin en ufak bir talebini bile yerine getirmeyip Alevilerin güvenini kazanmayı düşünenlerin pek şansı yok bana kalırsa.

Bu konu gündeme geldiğinde, İslamcı/sağcı cenahın genel argümanı şöyle oluyor; "Evet hiç iyi şeyler olmadı ve bizim de sorumluluğumuz var ancak bu olayların gerçek sorumlusu derin devlettir. Devlet o dönemde bizi provoke etti. Bu olayların sebebi provokasyonlardır. Yoksa biz kardeş kardeş yaşıyorduk". Bu olaylarda derin güçlerin parmağı olduğu çok açık ancak Alevileri katleden on binlerce kişi nereden getirilmişti. Bizzat Maraş katliamını yaşamış birinden, 20 yıllık komşusunun olaylar sırasında nasıl kendilerini öldürmeye çalıştığını dinlemiştim. Bu olayları yaşamış her Alevi size bu türden onlarca hikâye anlatacaktır. Bir insan 20 yıldır komşuluk yaptığı birini, "Aleviler camiyi yaktılar" diye bir cümleyi duyduktan sonra gidip öldürmeye çalışabilir mi? Sivas'ta saatlerce Otelin önünde bekleyip alevler karşısında 'tekbir' çeken 'Allahuekber' diye bağıran on binlerce insanın bu vahşice tavrını hangi provokasyonla açıklayabiliriz. Sivas olaylarını provoke eden bir düzine insan dışındaki o on binler kimdi? O insanların tümü Sivas'ın yerlisi, esnafı, işçisi, tüccarıydı. Görüntüleri izlerseniz, önlükleriyle dükkânlarından çıkmış gelmiş insanları görürsünüz. Hangi provokasyon insanları ateşe verip karşısına geçip 'tekbir' çekmeyi mazur gösterebilir. Dolayısıyla İslamcı/sağcı cenahın bu provokasyon söylemini bir kenara bırakarak gerçek bir özeleştiri vermesi gerekir. Bugün yaşayan Alevilerin yüzde sekseni, daha on yedi yıl önce televizyon karşısında saatlerce nasıl yakıldıklarını canlı canlı seyretmişlerdi. O gün Alevilerin yaşadığı şey toplumsal bir travmaydı ve bunu hala atlatamamışlardır. Dünyanın her yerinde insanlar, en kötü askeri vesayet sistemini bile yanmaya tercih ederler. Alevilerin Türkiye'deki İslamcı/sağcı yapılanmalardan ve hareketlerden korkmasını ve bu yüzden de askeri vesayet sisteminin savunucularının yanında yer almasını anlamak bu kadar zor olmasa gerek.

Bir Alevi olarak ne Türkiye'nin Şeriat düzenine kaydığını düşünüyorum ne de böyle bir korku taşıyorum ancak Alevilerin çok büyük bir kısmında bu korku ve özellikle Sivas olayları sonrasında oluşan travmanın etkisi devam ediyor. Alevilerin talepleriyle ilgili tek bir adım bile atmayan AKP, bu korkunun ve endişenin her geçen gün artmasına neden oluyor ve Alevileri bu korkularıyla birlikte askeri vesayetin savunucularının yanına itiyor.

Peki bir Alevi kadrolaşmadan bahsedebilir miyiz? Evet, 1990 sonrası askeri vesayet Türkiye'de iki tehlike üzerinden varlığını meşrulaştırmıştır. "Türkiye'nin artık iki büyük iç düşmanı vardır Kürtçülük ve irtica" demişlerdir. Çünkü sosyalist bloğun yıkılmasıyla beraber, sosyalizm artık tehlike olmaktan çıkmıştır ve bu sistemin devamı için yeni korkular ve yeni bir çatışma gereklidir. 1990'larla birlikte Kürdistan'da iç savaşı örgütlemeye başlayan ve 1993 itibariyle bunu başlatanlar "İslam tehlikesine" karşı da Kemalist orta sınıfı ve Alevileri mobilize edebilmek için psikolojik harp taktiklerini kullanmaya başlamışlardır. Sivas katliamı gibi olaylarla Alevilerin desteği sağlanmıştır. Ardından özellikle yargı ve ordu içinde bazı Aleviler, Cumhuriyet tarihi boyunca neredeyse ilk kez üst mevkilere atanmaya başlanmıştır. Aslında 70'li yıllarda İslamcı/sağcı gruplara uyguladıkları politikanın çok benzerini uygulamaya çalışmışlardır. Ancak Alevi kadrolaşma diye bahsedilen şey, 50'li yıllardan beri gerçekleştirilen İslamcı/sağcı kadrolaşmanın yanında bahsi geçmeyecek kadar küçük kalır. Bahsedilen çok az sayıda insandır ve bu insanların Alevi toplumu üzerindeki etkisi sanıldığından çok daha kısıtlıdır. Bugün Alevileri, CHP gibi statükocu güçlerin yanında tutan şey bu kadrolaşma ve kadrolar değildir, İslamcı/sağcı insanlara karşı duydukları endişedir.

AKP, Alevilerin taleplerine kulaklarını tıkamazsa, Türkiye'nin gerçekten demokratikleşmesi yolunda önemli adımlar atarsa -ki en önemlisi toplumun tüm kesimleriyle birlikte hazırlanacak bir anayasadır- Alevilerin çok büyük bir kısmının Türkiye'nin demokratikleşmesi yolunda engel teşkil etmeyeceklerinden eminim. Bütün bunlara gerçekleşse bile, askeri vesayeti destekleyecek Aleviler elbette çıkacaktır ancak dediğim gibi Alevilerin çok büyük bir kısmı Türkiye'nin gerçekten demokratikleşmesine karşı çıkmaz. Atılacak ilk adım Alevilerin çok temel taleplerinin derhal karşılanmasıdır. Daha önce de bir yazımda belirttiğim gibi AKP, kendi Kürtleri ve kendi Alevileriyle bir açılım yapmaya çalıştığı sürece hiçbir şey başaramaz.

Şimdi, iğneyi kendimize batırma zamanı; Aleviler şunu unutmamalıdır, Alevilerin sorunları da dahil, Türkiye'de yaşanan bir çok sorunun temeli, Cumhuriyetin tekçi/ulus devletçi kurucu ideolojisidir ve bu sorunları çözmenin en önemli yolu da Türkiye'nin demokratikleşmesi ve çok kültürlü bir devlet/hukuk yapısı oluşturmasıdır. Alevilerin vermesi gereken mücadele çok sesli, çok kültürlü, demokratik bir Türkiye mücadelesidir. Çok haklı da olsa, korkularının etkisiyle askeri vesayeti ve statükoyu savunan güçlerin kuyruğuna takılmak ve onların değirmenine su taşımak Alevilere hiçbir şey kazandırmaz, hatta kaybettirir. Kürtlerin yürüttüğü özgürlük mücadelesine, başörtülü kızlara mesafe koyarak bir demokrasi mücadelesi verilmez. Aleviler, gerçekten özgürlükler için mücadele eden tüm yapı ve gruplarla bir araya gelmek ve birlikte mücadele etmek zorundadır. Ben, Alevilerin çok büyük bir kısmının zihnen buna uzak olmadığı kanısındayım. Ancak hem 90'lı yıllardan beri sürdürülen psikolojik savaş taktikleri hem de bugün faaliyette olan Alevi örgütlerinin tavırları yüzünden Aleviler, Kürtler başta olmak üzere yürütülen özgürlük mücadelelerine mesafe koymuşlar ve maalesef statükocu yapıların tabanı haline gelmişlerdir. Bunu değiştirmek bence imkansız değil, Alevilerin çok büyük bir kısmı hala demokrasi ve özgürlük kavramlarına sıcak bakan, bu kavramlarla kolayca irtibat kurabilecek insanlardır.

Şunu bilmemiz gerekiyor, bir taraftan orta sınıf rahatımız devam etsin ama diğer taraftan tüm taleplerimiz karşılansın anlayışıyla, yüksek siyaset düzleminde çözüm arama çabalarıyla bu iş olmaz. Kürt halkının anadil konusunda gerçekleştirmiş olduğu boykot eylemi bence çok önemli bir örnektir. Artık gerçek bir demokrasi ve hak mücadelesi vermenin zamanı gelmiştir.

Şunu itiraf etmek zorundayım, son yirmi yılda Alevilerin statükocu güçlerin yanına kaymaya başlamasıyla birlikte ben ve benim gibi düşünen birçok Alevi, Alevi toplumundan, örgütlerinden hata ailelerinden bile uzaklaşmaya başladılar. Bu da Alevilerin giderek daha fazla o tarafa kaymasına yol açtı. Alevileri yeniden demokrasi mücadelesinin bir parçası haline getirmenin en önemli koşullarından bir de, böyle düşünen Alevi aydınlarının geri dönerek şu anki Alevi yapılarıyla hatta aileleriyle ve toplumlarıyla mücadele etmeyi göze almalarıdır. Bunu yapmaya çalışan çok az sayıda insana hiç olmazsa destek olmak gerekiyor. Çok kolaylıkla olabilecek bir şeyden bahsetmediğimin farkındayım ancak buna bir yerinden başlamanın zaman çoktan geldi.

İlişkili Diğer Yazılar: