Reyhanlı’da meydana gelen bombalı terör saldırısı, AKP Hükümeti’nin Suriye politikasının iflası olarak değerlendirildi. Fakat AKP Hükümeti’ne vurmak adına harekete geçilirken, sağcısından solcusuna AKP Hükümeti’nin bu zaafına yüklenmenin tam zamanıdır diyenler, yaratılan bilgi ve yorum kirliliğine yatırım yaptıkları gibi, mülteci karşıtı ırkçılığı da destekler hale geldiler.

Bombalı terör saldırısı sonrasında Reyhanlı’nın yerel yazarlarından Sait Çelik’in 15 Mayıs 2013 tarihli “Suriyeli Kardeşime Dokunma” adlı kısa yazısını aktarmak istiyorum:

“Biz çoğu zaman suçluyla suçsuzu ayırmıyoruz. Aynı şey Reyhanlı’daki patlamadan sonra da oldu. / Can güvenliği nedeniyle bize sığınan Suriyeli akrabalarımızı, kardeşlerimizi dövdük taşladık kovduk. / Bir kaç terörist El Kaidecinin yaptıklarını tüm Suriyelilere mal ettik. Onları çağıran AKP’ye kızıp hıncımızı masum insanlardan çıkarmaya çalıştık. / İçimizdeki El Kaidecileri besleyen, lojistik destek verenleri açığa çıkaracağımıza, perişan halde bir tas çorbaya muhtaç olan dostlarımızı kovduk. / Herkesin gözü önünde hastanelerde tedavi edip, silahlandırdıktan sonra tekrar savaşa gönderen işbirlikçilere karşı çıkacağımıza, tüm gün 10 TL’ye sanayide tarlada çalışan Suriyeli garibanları taşladık. / Çaldıkları arabaları atölyelerde savaş makinesi haline sokan, bomba yapıp patlatan, savaşı Reyhanlı’daki evlerde yöneten ÖSO komutanlarını göz ardı edip sigara satan çocukları dövdük. / Reyhanlılar bu kadar gaddar değil. / Aklımızı başımıza devşirip masum Suriyelilerden değil, bu olaylara neden olan yönetimden ve yandaşlarından hesap sormalıyız. / saygılarımla”

Sert bir hükümet eleştirisi de içeren bu yazı, Reyhanlı’da yaşanan bir insanlık dramına ışık tutuyor. Sait Çelik’in aksine, hükümetin Suriye politikasına açıkça desteklediğini belirten gazeteci Hakan Albayrak, A Haber’de, daha da vahim olayların yaşandığını, birçok Suriyeli mültecinin ırkçı sokak çeteleri tarafından katledildiğini, bu insanların bombalı saldırı sırasında ölmüş gibi gösterildiğini söyledi. MAZLUMDER tarafından yayınlanan “Hatay / Reyhanlı Ön İnceleme Raporu”, Sait Çelik ve Hakan Albayrak tarafından yapılan açıklamaları desteklemekte, Reyhanlı’da mülteci karşıtı ırkçı saldırıların yaşandığını, devlet ve hükümet yetkililerinin buna karşı önlem almadığını göstermektedir.

Hakan Albayrak’ın ölümle sonuçlanan linç vakaları olduğuna dair iddiaları resmi olarak yalanlandı. Yine, bazı yayın organlarında MAZLUMDER’in hazırladığı raporda abartı olduğu ve ancak münferit bazı hadiselerden söz edilebileceği söylendi. Bir başka insan hakları örgütü İHD’nin sitesine bakıldığında, Reyhanlı’daki bombalı terör saldırısı kınanırken, sıcağı sıcağına bölgede yapılan bir incelemenin ilk sonuçlarının yayınlanmadığı görülüyor. 

Suriyeli mültecilerin can güvenliği endişesi ve “istenmiyoruz” psikolojisiyle Türkiye’den ayrılmaya başlamalarıyla, “Reyhanlı’da gerçekten neler yaşandı?” sorusu daha ciddi sorulmaya başlandı. Mağdur olan sadece “bizimkiler” miydi? Bombalı terör saldırısının Reyhanlı’da mülteci karşıtı ırkçı saldırıları tetiklediği, bu saldırıların devlet yetkilileri tarafından durdurulmadığı gibi örtbas edildiği ortaya çıkıyor. Yine AKP Hükümeti’ne muhalefet etme gerekçesiyle, bilgi ve yorum kirliliği de yaratıldığı, meydana gelen ırkçı saldırganlığın hem örtbas edildiği hem de dolaylı dolaysız haklı gösterildiği söylenebilir.

CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun Reyhanlı ziyareti sonrası yaptığı bir açıklamada geçen şu bölüm dikkat çekiciydi:

“Türkiye’ye gelen ve çadırlarda kalan Suriyelilerle bir sorun olmadığını belirten Kılıçdaroğlu, ama çadırın dışında mülteci kampı dışında ne olduğu belirsiz insanların elini kolunu sallayarak kente gelmeleri, ev tutmaları, bomba yapmalarının kabul edilemeyeceğini vurguladı. / Bunu Reyhanlı’da yaşayan yurttaşların bildiğini anlatan Kılıçdaroğlu, “Almışsınız insanları iş yeri açıyor, neye göre iş yeri açıyor? Bizim insanlarımız Suriyelilerle münakaşa ettiğinde gözaltına alınıyor. Buna kim izin verebilir?”

Kılıçdaroğlu CHP adına mülteci politikasını açıklarken, “soft racism” (yumuşak ve duruma göre müsamaha gösterilebilir mi tartışmalarına konu olabilen ırkçılık) bile yapamıyor. Mülteciler çadırlarda yerli halktan yalıtılmış bir şekilde yaşatılmalıymış. Yerel halkı rahatsız etmeye hakları yokmuş. Öyle ellerini kollarını sallayarak çarşıya inmeleri, ev tutmaları, işyeri açmaları ve tabii bomba yapmaları kabul edilemezmiş. Çizilen mülteci portresi ve önerilen toplama kampı siyaseti (yani faşizm), her nedense skandal olarak kabul edilip ciddi bir protestonun konusu olamıyor.

Reyhanlı’daki bombalı terör saldırısı üzerinden siyasal rant oluşturma gayreti bir salgın haline gelmiş durumda. Öyle ki, tanım gereği kendilerini ırkçılık karşıtı kabul eden siyasetler, yayın organları ve yazar çizerler, bu salgından nasiplerini aldıkları ölçüde, ırkçılığı besliyorlar. Bunun önüne geçilemediği ölçüde, suç ortaklığı yayıldıkça yayılıyor ve bir yerden sonra, bu duruma itiraz edenleri bile içine almaya başlayan bir “hepimiz suçluyuz” evreni şekilleniyor.

Bu konuda, ırkçılıktan çok çekmiş Kürtlerin sesi olma misyonuna sahip BDP ve Kürt basın yayın organlarının söylemlerine bakıldığında, tablo daha vahim hale gelmektedir. Suriyeli mültecilerin karşı karşıya kaldığı ırkçı saldırganlığa yeterince dikkat çekilmediği gibi, hükümet eleştirisi adına meydana gelen ve ırkçılık biçimini de alan yüksek siyaset fırsatçılığına tavır alınmadığı görülmektedir. BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın yaptığı açıklamalar, Reyhanlı’da yaşanan insanlık dramının gerçek içeriğini yansıtamadığı gibi, yüksek siyasete özgü tipik bir yabancılaşmanın çeşitlemesini yapmanın ötesine geçemiyor.

Sormak gerekiyor: Kalıcı ve oldukça kritik bir gündem haline gelen toplumsal barış ve çözüm süreci bu şekilde mi yönetilecek? Yüksek siyasetin diliyle konuşacak olursak: İcraat lazım. Soyut ve yüzeysel, insan unsurunu malzeme yapmaya varan bildiriler, “haberler”, “haber-yorumlar” en iyi ihtimalle mülteci karşıtı ırkçılığı görmezden gelme sonucu üretmektedir.