1 Kasım genel seçiminin kazananlarıyla kaybedenlerini tek tek partilere indirgeyerek çözümlemenin yüzeysel ve yanıltıcı sonuçlar doğuracağını en baştan belirtmek istiyorum. Örneğin AKP kazandı MHP kaybetti demek, Türk-İslam toplumunu ve siyasetini temsil etme iddiasındaki partiler arasında yaşanan bir yarışın sonucunu dile getirmenin ötesinde bir anlam taşımaz. AKP'nin asıl başarısı bu yarışın galibi olması değil, Türk-İslam siyasetini % 50'ye yakın bir oy alarak yeniden hükümet etme gücüne kavuşturmasıdır. Dolayısıyla seçimin asıl kaybedeni, Türk-İslam toplumu ve siyasetinin baskı altına aldığı seküler Türk toplumu ve siyasetidir. CHP'nin ve kısmen HDP'nin başarısızlığa uğraması bu bağlamda anlam kazanır.
HDP'nin başarısızlığının kısmi olduğunu tespit etmemin nedeni, Türkiye açılımı iddiasının yanı sıra Kürt hareketini temsil etmesinden kaynaklanıyor. Daha açık bir ifadeyle: Nasıl ki Türk-İslam toplumu ve siyaseti adına başarı AKP'nin hanesine yazılacaksa, Kürt toplumu ve siyaseti adına başarı da, seçimlerde kendisini HDP aracılığıyla ifade eden PKK'nin hanesine yazılmalıdır. Çatışmasızlığın sona erdiği, Kürdistan halkının büyük baskı altına alındığı ve PKK'nin tamamen kriminalize edildiği şartlarda, son beş yılda genişleme kaydeden Kürt oy tabanı çok büyük ölçüde korunmuştur. 1 Kasım itibariyle, Türk devleti seçmen tabanını yaklaşık ikiye katlamış bir Kürt hareketi ile karşı karşıya kalmış, yeniden ısıtılan Sri Lanka konsepti seçim sandığına gömülmüştür.
HDP'nin başarısızlığı Türkiye açılımındaki yanlışlarıyla ilgilidir. Seküler Türk toplumunu güçlü bir şekilde temsil etme iddiası, kamuoyu araştırma şirketlerinin % 2 civarında olduğunu söyledikleri "emanet oyların" geldiği gibi geri gitmesiyle, boşa çıkmıştır. HDP, değişik biçimlerde "PKK'ye hayır, HDP'ye evet" dayatmasıyla şekillenen absürt ve ırkçı yüksek siyaset baskısından sıyrılamadığı ölçüde başarısızlık kaçınılmaz hale gelmiştir. "Kürt Hareketi + olabildiğince Türk Solu = HDP" ve temelsiz "HDP + CHP = Demokratikleşme ve Kürt Sorununa Çözüm" denklemleri kurmak bir kez daha fayda etmemiştir.
Hali hazırda geçerli olduğunu düşündüğüm ve çeşitli vesilelerle dile getirdiğim şu iddiayı tekrar vurgulamak isterim: Kürt hareketi seküler Türk toplumunun yaşadığı siyasi krizin aşılmasında etkili olabilir, ama bu krizi çözen ana aktör olamaz. Kürt hareketi doğası gereği Kürdistani bir harekettir ve Kürdistan meselesi belirleyici bir şekilde Türkiye ile örtüşen, ama aynı zamanda Türkiye'yi aşan bir kapsama ve karmaşıklığa sahiptir.
Son beş yılda Kürt hareketinin seçmen tabanını genişletmesi vakası ele alındığında, Kürdistan'daki çarpıcı gelişmelerin ve Türk devletinin IŞİD'le işbirliğine varan Rojava düşmanlığının belirleyici olduğunu görmek zor olmasa gerek. Aynı dönemde, AKP'nin çok boyutlu faşizan cihatçı saldırganlığı ile karşı karşıya kalan seküler Türk toplumunun hayatta kalma güdüsüyle Kürt hareketiyle ittifaka açık hale geldiği, 7 Haziran seçiminde HDP'nin barajı geçmesinin ortak paydaya dönüştüğü de çok açık. Fakat bundan ötesini düşlemek ham hayallere dalmaktır.
Ham hayallerin yerini gerçekçi bir vizyonun alabilmesi için, 1) seküler Türk toplumunun kendi iç dinamiklerini üreterek yaşadığı siyasi krizi aşması gerekir, 2) Kürt hareketi bu krizin aşılmasına yardımcı olabilecek katalizör araçlar üretebilmelidir. Birinci hedefe ulaşılması kolay görünmüyor. Söz konusu olan Gezi Direnişi'nden dahi siyasi yenilgi üretmeyi başaran ve kendini yenileme konusunda sınıfta kalan bir seküler Türk siyasetidir. İkinci hedefe de ulaşılması kolay görünmüyor. Kendisini yüksek siyaset sahasına hapseden bir Türkiye açılımı, seküler Türk siyasetinin yaşadığı krizi bünyesine taşımanın ötesine geçemez. Nitekim 1 Kasım seçiminde bu ders çok açık olarak verilmiştir.
1 Kasım seçiminin yarattığı bir olanak, Kürt hareketinin siyasi muhatabının net bir şekilde belirlenmesi oldu. Kürt hareketi dönüp dolaşıp yine Türk-İslam toplumunun önde gelen siyasi temsilcisi AKP ile baş başa kaldı. Yani yeri geldiğinde ve HDP aracılığıyla "Kürt Memet" rolü oynamaya rıza göstererek AKP'nin yerine başta CHP olmak üzere seküler Türk siyasetini muhatap alma tavrından sonuç alınamadı.
HDP'nin "emanet oyları" kaybetmesini 1 Kasım seçiminde AKP'nin yanı sıra net kazanan olan Kürt hareketinin yenilgisi olarak yorumlanmasına daha en baştan itiraz etmek gerekiyor. Şimdiden ısıtılan bu yaklaşım, "HDP'ye evet, PKK'ye hayır" siyasetinin çeşitlemesinden ibaret bir propaganda tuzağıdır. Hali hazırda Kürt hareketi seküler Türk toplumu için de güvence olmayı sürdürmekte ve Erdoğan liderliğindeki AKP'nin faşizan cihatçılığını bloke etmektedir. Bu hem Türk-İslam toplumu hem de seküler Türk toplumu içinden üretilen siyasetleri değişime zorlayan bir vakadır.