Haftalardır Taksim Dayanışması Taksim Meydanı için bir alan hâkimiyeti mücadelesi veriyor. Durum şu hale geldi: Hafta sonuna doğru Taksim’e kitleyi yığmak için bir duyuru yapılıyor. Cumartesi günü bir deneme yapılıyor. Sonra Pazar günü durum ne bakılıyor. Bir sonuç alınamamış ise, “İnşallah bir dahaki haftaya” deniliyor. Gerçi şöyle bir durum var: Destek veren kalabalığın niceliği milyonlardan yüz binlere, yüz binlerden on binlere doğru azalma eğilimi gösteriyor.

Yaz tatili dönemi ve yaklaşan Ramazan ister istemez hükümetin elini güçlendirecek. Hükümetle gerilimi sürdürmeye dayalı çizgi güç kaybedecek. Dindar kitleler sabahlara kadar alanlarda yerini alacak. Sosyal İslamcıların kurduğu alternatif iftar sofraları muhalefetin yüreğine biraz su serpecek. Bununla birlikte, seküler muhalefet içinde “Elhamdülillah biz de Müslümanız ama …” diyen kesimlerle bir buluşma yaşanırsa, ilginç tablolar meydana gelebilir elbette.

Taksim Dayanışması’nın düzenli olarak taktik yönlendirme hatası yaptığı, İstanbul’da direnişin üst yapısı rolünü oynayamayacağı, ama elinden başka bir şey gelmesi ya da yerini başka bir yapının alması ihtimalinin epeyce zayıf olduğu görüşünü koruyorum. 31 Mayıs’ta patlama yaşayan seküler direnişe biçim verecek ve politik sahnede kalıcı olmasını sağlayacak örgütsel ve entelektüel atılım bir türlü gerçekleşemiyor.

Katılımcı demokrasi talep eden ama bu konuda tutulma yaşayan bir hareketle karşı karşıyayız.  Tutulma bir an önce hükümeti devirme alıştırmalarıyla aşılmak isteniyor. Dolayısıyla her yerin Taksim ve direniş olması gerekiyor. Ama böyle bir gelişme yok. Aksine, yerel dayanaklar inşa edilemediği oranda, Galatasaray - Taksim hattı yeniden eski günlerdeki gibi bir gösteri alanı haline geliyor, çevre ve halk duyarlılığı kan kaybediyor.

Dayanamayıp bazı yerel taktik önermeler yapayım. Her hafta sonu “Haydi Taksim’e!” demek yerine, Belediyeden Gezi Parkı’nın ne zaman halka teslim edileceğini sormak daha doğru. Yani Gezi Parkı da bir halk forumu alanı haline gelebilecek mi? Orada ranta ve betona batmış şehir siyasetinin karşısına dikilecek bir hareket şekillenecek mi? Bu hareket kendi yerel meclisini inşa edebilecek mi?

Karşı çıkış şu olabilir: “Ama mesele sadece Gezi Parkı değil ki olay sosyolojik…” Bu da doğru ve sosyolojik olarak tuhaf görünen bir nokta, Beyoğlu’nda niçin bir park inisiyatifinin hâlâ oluşmadığı ve bu işin takipçiliğini yapmadığı. Taksim ve civarı, her nedense Taksim Dayanışması’ndan soruluyor. Oysa Taksim Dayanışması’nın yerel bir inisiyatif olma özelliği yok. “Taksim” adı kullanılıyor ama yanlış.

Gerçekte Taksim Dayanışması şöyle bir sorunu çözmeye çalışıyor. Park toplantıları genelde serbest kürsü havasında geçiyor. Belli bir süre geçtiğinde oldukça sıkıcı toplantılara dönüşüyor. Çoğu bölgede katılım düşük, bunu da görmek gerekiyor. Bir şeyler yapmak lazım, ama ne? Hafta sonuna doğru Taksim Dayanışması devreye giriyor ve “Haydi Taksim’e!”

Taksim Dayanışması bileşenlerinin yerel park inisiyatiflerine içerden katılım ve halka yayma değil, açığa çıkan muhalif potansiyeli tüketene kadar yönlendirme kaygısı ağır basıyor. Çeşitli siyasi parti, çevre ve sivil toplum örgütlerine üye yüzlerce aktivist Taksim’de hükümet krizi yaratma peşinde. Park inisiyatifleri insan kaynakları olarak kullanılıyor. Yerel inisiyatiflerin buluşacağı gerçek bir Dayanışma örgütü ve muhalif gündem yaratmak yerine, nihayetinde CHP’nin pek sevip okşadığı bir kriz politikasını sürdürebildiği kadar sürdürmeye çalışıyor.

Mucizevi “Y kuşağı” bir türlü devreye girip bu döngüyü kıramıyor. Üstelik aralarında, Duran Adam eylemine referansla “Direniş galiba duran-iş oldu” diyerekten dalga geçenler var. Direnişin sıcak günlerinde kazandıkları itaatsizlik deneyimine, kazanmış oldukları cesarete daha çok önem veriyorlar. Parklardaki halk forumlarını nasıl halk meclislerine dönüştürürüz gibi özel bir kaygının sahibi değiller. Yani kurucu özne olmak gibi bir heyecana sahip değiller. Bunu da “sosyolojik” bir veri olarak bir kenara not edelim.

Taksim Dayanışması giderek dar örgüt çevrelerine sıkışıyor. Bazı bölgelerde kitlesel park toplantıları devam etmese, iyiden iyiye altı boşalacak. Uzun zamandır Galatasaray – Taksim hattına yerleşmiş ve bunu gelenek haline getirmiş sol çevreler, bir kez daha kendi kendileriyle baş başa kalma tehlikesi yaşıyorlar. Park inisiyatifleri kalıcı olmaya aday özyönetim örgütlerini kurabilse, bu defa Taksim Dayanışması’na ihtiyaç kalmayacak. Yerel özyönetim örgütlerini koordine edecek farklı bir çatıya ihtiyaç duyulacak.

Türk solunun seküler harekete seçimler öncesinde hükümeti düşürme misyonu yüklemesi, taktik bir sefaletin ötesinde, hem barışa hem demokrasiye uzak bir kültürün esiri olmayı sürdürdüğünü gösteriyor. Buna paralel olarak, seküler direniş özgün ve yerel dayanakları güçlü siyasi yapılarını üretemiyor. 31 Mayıs olayları geçici bir hükümet krizine yol açtı, fakat aradan zaman geçtikçe muhalefet krizinin daha şiddetli seyrettiği, bu haliyle siyasi bir alternatif üretemeyeceği görülüyor.

Önümüzdeki süreçte, seküler hareket ile Kürt hareketi arasında bir köprü kurulup kurulamayacağı önem kazanacak. CHP seküler hareketin önde gelen temsilcisi olmayı sürdürdükçe bu köprünün kurulması mümkün değil. Bir mucize gerçekleşir de CHP “çözüm sürecini” destekleme noktasına gelirse, AKP hükümetine alternatif olabilecek büyük bir sol koalisyon inşa edilebilir. Aksi takdirde, seküler direnişin CHP dışında bir adres bulması gerekir.

Fakat Türk solunun buna aday olabileceğine dair işaretler oluşmuş değil. CHP’nin kriz politikasına hizmet etmenin ötesinde bir duruş sergileyemiyor. Yetmezmiş gibi, hükümetle barış müzakeresi yürüten Kürt hareketine krizi derinleştirme, müzakere masasından kalkma çağrısı yapıyor. Muhtemelen Abdullah Öcalan’ın bu absürt çağrıyı kale almayan son açıklamasından epeyce rahatsız olmuşlardır. Seküler direniş ile Kürt hareketi bir araya gelecekse illa ki Türk solu aklı egemen olacak, yoksa “Haydi Taksim’e!”.

Dönemsel olarak, “çözüm sürecini” arkasına alan seküler direnişin, AKP hükümetini Türk-İslam faşizmi siyasetinden uzaklaşmaya zorladığı, üzerinde katılımcı demokrasi baskısı kurduğu bir gerçek. “Çözüm süreci” ve “Gezi direnişi” derken, yaklaşan Sivas katliamını anma etkinlikleri vesilesiyle “Alevi açılımının” da gündeme gelmesi bir rastlantı değil. Buna karşılık, seküler direnişe yön verme iddiasındaki Türk solunun faşizme değil de “AKP faşizmine karşı omuz omuza!” ve hükümete isyan siyasetinde ısrarı, CHP’nin bel bağladığı ara rejim senaryoları ile arasına mesafe koyamadığını, barış ve demokrasi çizgisinde siyasi bir alternatif üretemediğini gösteriyor.