Tarih Vakfı “şimdi, tarih olurken…” başlığıyla 5 Ekim’de Mimarlar Odası’nda düzenlediği toplantı ile Gezi Parkı deneyiminin tarihçiler açısından hem kavramsal hem de metodolojik anlamda neler söylediğini tartışmaya açtı. Toplantıda, Atina Üniversitesi’nden Antonis Liakos Atina’daki eylemlerde eylemcilerin tarih kavramına getirdikleri yeni açılımları değerlendirdi. Liakos eylemcilerin “siz kanunları yazıyorsunuz, biz tarihi” diyerek nasıl tarih yazmanın kendisini geçmiş yerine şimdi ve gelecekle ilişkilendirdiğini sorguladı. Kahire Amerikan Üniversitesi’nden Sherene Seikaly ise deneyimlediğimiz bu sokak isyanlarının “Halk kimdir?” gibi önemli bir soruyu gündemimize soktuğunu belirtti.
Padişahların, devlet adamlarının tarihinden sıradan insanların hatta nesnelerin tarihinin yapılmasına giden tarih yazımının demokratikleşmesi tartışması sokakların, kamusal alanların işgal edildiği yeni toplumsal hareketlerle yeni bir yön kazandı. Artık soru yalnızca tarihçilerin kimi yazdığı değil, kimlerin tarih yazdığı oldu, zira eylemciler bir yandan değişim için sokaklara dökülürken bir yandan da yaptıklarını kayıt altına aldılar, alıyorlar. Bu yüzden olacak ki Tarih Vakfı da toplantıyı tarihçiler arasında yürüyen bir tartışmanın ötesine taşımış Gezi Parkı’nın öznelerini Gezi tarihinin yazımında söz sahibi olmaya çağırmış. Bu bağlamda Gezi sürecinde aktif bir şekilde yer alan doktorlar, avukatlar, aktivistler ve haberciler Gezi’yi bir de kendi gözlerinden anlattılar. Benim katılamadığım üçüncü bölümde ise katılımcılar üçe bölünüp "şimdinin tarihini yazmak, gezi arşivi nasıl oluşur, bir gezi sergisi nasıl olmalıdır" gibi soruları tartıştılar...
Tüm bunlar düşünüldüğünde özellikle toplantının ikinci bölümündeki Gezi’den geçmiş bir olay olarak bahsetme hali akla şu soruyu getiriyordu: “Şimdi”den vazgeçmeden “şimdi”nin tarihi yazılabilir miydi?” Bu soru bir sosyal bilim olarak tarihi ve tarihçilerin bugünle ve siyasetle ilişkilerini masaya yatırmayı gerektiriyor aslında. Sosyal bilimcilerin “şimdi’nin tarihini” yazmaya uğraşırken metodolojik tartışmalara girmesi tabii ki elzem. Hangi verilerin kullanılacağı, bunların nasıl toplanacağı ve nasıl tasnif edileceği sosyal bilimcilerin göz ardı edemeyeceği sorular. Fakat tüm bunların “şimdi’nin siyaseti” ile ilişkisi de bir o kadar vazgeçilmez. Bu anlamda Gezi’nin tarihini yapmak kadar olayın kendisini öncesinden ve sonrasından koparmamak da önemli. Bu nedenle Gezi Parkı’nı 31 Mayıs’tan 1 Temmuz’a kadar olan dönemle sınırlı tutmamak da fayda var. Sürecin öncesini hesaba katarken bir yandan da sürecin bitmediğinin, eksiğiyle gediğiyle devam ettiğinin vurgulanması gerekiyor. Altını çizmek istediğim bir diğer nokta ise, başımızı döndürdüğünü, hayrete düşürdüğünü, sevinçten uçurduğunu ve neredeyse korkudan öldürdüğünü es geçmeden Gezi parkı güzellemesinin bir adım ötesine geçmenin acilliği. Geçelim ki eksik kaldığımız yerleri görelim, Gezi’den öğrendiklerimizi sindirelim, forumlara neden katılımın düştüğünü sorgulayalım. Ki şimdi’nin tarihini yazmaya çalışırken, şimdi’yi tarihe gömmeyelim.