Beşiktaş Çarşı sözcülerinin İstanbul’da eylemlerin durulmasının ardından yayınladığı bildiri, bir belirsizliğe son verdi. Elbette herkes sıcak eylem sürecinin sonuna gelindiğinin farkındaydı. Ama bunun nasıl ifade edileceği belirsiz kalmıştı. Yerel olarak Beşiktaş Çarşı sözcüleri belirsizliği daha fazla uzatmak istemediğini ilan etmiş oldu. Anlaşılan o ki, sosyal medyadaki yoğun talebe rağmen Beşiktaş Çarşı’nın bir parti kurup hızla seçimlere hazırlanmak gibi bir niyeti yok.


Bildirileri, ağır basan eğilim itibariyle, hümanist ve popüler sol bir söylemin ürünü olarak arşivlerde yerini alacak. Bununla birlikte Kürt meselesine ve barışa duyarlı olanların dikkatini hemen çekmiştir. Bu bildiride barış (özelde Kürtlerle barışma) ihtiyacı hiç anılmıyor. Bildirinin bu tavrını kuşku verici bir sessizlik ve CHP eksenli bir tavır olarak da yorumlamak mümkün, eylemler sırasında Kürt renginin ve barış talebinin hak etmediği bir şekilde soluk kalmasının / bırakılmasının pratik bir sonucu olarak da.
 

Kesin olan bir nokta, Beşiktaş Çarşı sözcülerinin barışma meselesinde fena halde ikmale kaldığıdır. Eylemlerin sıcaklığını koruduğu saatlerde CHP’nin Halk TV aracılığıyla pompalamaya çalıştığı “PKK ile değil, halkınla barış” çizgisini benimsememiş, ama açıkça “Barışa Evet!” de diyememişlerdir.


İstanbul’daki sivil itaatsizlik eylemlerine zemin sunan belirleyici faktörün aylara yayılan ateşkes süreci olduğu gerçeğini teğet geçmeleri karşısında, Beşiktaş halkına hangi yollarla barış bilinci taşınması gerektiğini tartışmak işe yarar mı? Galiba bilincin içerden örgütlenmesi daha doğru bir seçenek olacak. Fakat şu sorun var: Özellikle Beşiktaş Çarşı bölgesine nasıl sızılacak, sızmakla kalmayıp nasıl oralarda yer ve yurt sahibi olunacak? Üstelik bir de Beşiktaş taraftarı olmak gibi bir koşul varsa ne olacak? Kolay değil. En iyisi bu işi Beşiktaş ilçe sınırları içinde yaşayan sahici barış yanlısı çevrelere bırakmak.


Sivil itaatsizlik eylemlerinin sıcaklığını koruduğu günlerde, söylenecek sözlerin eylem içinden söylenmesinin, haber verir ve veya yorum yaparken hem içeriden hem de “üzerine” konuşulmasının doğru olduğunu savunanlar arasında yer aldım. Şimdi biraz da serinkanlı ve tarihselleştirmeye yer verecek şekilde düşünme zamanı. Barış ile demokrasi ihtiyacını sivil itaatsizlik eylemleri ile ilişki içinde değerlendirmek oldukça önemli.
 

Barış ortamını tesis etmek için ateşkes adımının atılması ve aylardır akan kanın durması, sivil itaatsizlik eylemlerinin meydana gelebilmesi için gerekli bir şartı yarattığını tespit etmek zor değil. Varsayalım ki savaş devam ediyor. Kürdistan dağlarında askerlerin öldüğü, memleketlerinde cenazelerinin kaldırıldığı haberleri arttıkça artıyor. Bu durumda tecrübe edilen türden bir sivil itaatsizlik süreci yaşanabilir miydi? Bu soruya evet diyebilecek olan var mı?


Çeşitli televizyon programlarında Başbakan’ın otoriter ve faşizan söylemlerinden duyulan yaygın rahatsızlığın bir yerden sonra tepkisel patlama yarattığından, bu tavrından vazgeçmesi gerektiğinden söz ediliyor. Doğru bir tespit; fakat Başbakan’ın bu söylemlerinin 2011 genel seçiminden itibaren sistemli bir karakter kazanması, aynı dönemde “Kürt meselesine PKK’siz çözüm” adına yeni bir savaşın tırmandırılması gibi bir olgu da yok mu?
 

Türk toplumunda Başbakan ve devlet yetkililerinin otoriter ve faşizan söylemlerini sorgulanabilir kılan ateşkes sürecinin yarattığı zemindir. Gezi Parkı’nda bir gurup çevreci eylemcinin polis terörüyle yerinden edilmesi ve sonra da oradan gelip geçen herkese gözdağı verilmek istenmesi, en başta ateşkes sürecine çarpmıştır. Demek ki, Beşiktaş Çarşı gurubu sözcüleri dâhil, demokrasiden yanayım diyen herkesin teşekkür etmesi gereken muhataplar arasında, en azından ateşkes sürecinin aylara yayılmasını sağlayan güçler olduğu söylenebilir. Gezi Parkı’na yurtsever gençlerin Apo posterleri ile girmeleri damdan düşer gibi olmuştur, ama bu sembolizmin realitede bir karşılığı vardır.
 

Türkiye’de barışın demokratikleşmenin ön koşulu olduğunu, Kürtlerle barışmanın demokratikleşmeyi zorladığını bir kez daha vurgulayalım ve biraz daha ileri gidelim. AKP hükümetinin, bir takım kayıtlar koysa da, sivil itaatsizlik eylemlerine meşruiyet tanıması ve polisin “orantısız güç “kullanması nedeniyle özür dilemesi demokratik bir kazanım değil mi? Eylemcilere verilen bu “tavizin” aynı zamanda “barış ve çözüm sürecinin” tehlikeye atılmasına karşı bir önlem olduğu açık değil mi?


Olayları değerlendirirken aşırı genelleştirme tembelliği yapmayıp, mesela Beşiktaş Çarşı’nın sivil itaatsizlik eylemlerinin önde gelen aktörü olduğu şeklinde tespitlerin sorunlu olacağını belirtmekte fayda var. Gerçekte İstanbul’da sivil itaatsizlik eylemleri Cumartesi günü Gezi Parkı direnişçilere teslim edildiğinde sona ermişti. Buna karşılık Beşiktaş’ta Başbakanlık konutuna yürüme ve hükümeti istifaya çağırma noktasında, hakkında epeyce spekülasyon yapılan başka bir inisiyatif devreye girmiş, Beşiktaş Çarşı bu aşamada öne çıkmıştır.
 

Başbakanlık konutu üzerinde kurulması hedeflenen kitle baskısı, sivil itaatsizlik eylemlerine değil, sivil itaatsizlik eylemlerinden doğan bir sol harekete işaret eder. Esas olarak CHP’nin seslendiği ve kontrol etmek istediği bir taban hareketi meydana gelmiştir. İstanbul’da Beşiktaş Çarşı, bu oluşumun dinamik ve öncü gurubu olarak hareket etmiştir. Eş zamanlı olarak İstanbul dışında da olaylar yaşanmaya başlamıştır. “Her yer Taksim, her yer direniş!” sloganı aslında “Her yer Beşiktaş …” şeklinde okunmalıdır.


Uygun koşullarda çatışma tırmandırılarak askeri bir darbeye gerekçe olarak kullanılabilecek bu sol hareket, Başbakanlık konutu önünde tıkanmış ve daha ileri gidememiştir. Bunu CHP de kabul etmek zorunda kalmıştır. 31 Mayıs olayları, kitle kültürü adına kamusal alanın inşa edilmesi ve bu alanda hak arayışının meşruiyet kazanması adına gerçekten de bir dönüm noktası. Fakat bu sürecin ön koşulu olan barış ayağının aksadığını kabul etmek gerekiyor. Bu noktada CHP belki istediği ölçüde değil, ama bir ölçüde başarılı olmuştur.


Barış adına Türk solu hâlâ güvenilir değil; at izi ile iti izi birbirine karışmaya devam ediyor. Öyle ki bu, Beşiktaş Çarşı gibi popüler ve sempati toplayan bir sol inisiyatifin bildirisine bile yansıyor. Kendisini yenileyebilir mi? Belli değil. Bunu çok kısa bir zaman içinde göreceğiz. Barış ve demokrasi ilişkisinin nasıl kurulacağı başlıca sınav sorusu olmayı sürdürecek.


Bu süreçte Kürt hareketinin yoğurdu üfleyerek yemesi, hem AKP’ye hem CHP’ye itiraz etmesi boşuna değil. Öte yandan, “Türkiyelileşmek” adına halkın içinden atılması gereken adımları boş verip ipe un sermeler, sürecin barış ayağının aksamasında önemli bir rol oynadı ve oynamaya devam ediyor. Ateşkes sürecinin zemin hazırladığı bir demokrasi mücadelesi şekillenmiş, ama bunun güçlü bir şekilde barış talebini beslemesi sorunu yaşanmıştır.


Yüksek siyaset düzeyinde CHP suyu bulandırmaya devam etmekte ve halk tabanında etkili olabilmektedir. CHP barışa giden süreci kilitlemeyi başarır mı yoksa tasfiye mi olur? Bu giderek daha fazla önem kazanan bir soru haline geliyor. Öyle ki ateşkes sürecinin zemin hazırladığı sivil itaatsizlik eylemlerine de damgasını vurabiliyor.