13 Nisan 2015 günü başlayacak olan Soma davasını izlemek için Boğaziçi Soma Dayanışması’ndan bir grup olarak bir gün önceden Soma’ya giitik. Bu dava, Türkiye’deki demokratik muhalefet açısından AKP hükümetinin insan hayatı ve çevreyi hiçe sayan pervasız büyüme politikalarını yaşanan iş cinayetleri üzerinden sorgulamak açısından mükemmel bir örnek teşkil ediyor ve muhalefetin eline örgütlenme için çok büyük bir fırsat sunuyordu.

Boğaziçi Üniversitesi Soma Dayanışması olarak facianın meydana geldiği günün hemen ertesinden itibaren çeşitli zamanlarda Soma ve çevresindeki ilçelere ziyaretlerde bulunduk. Bu ziyaretler ilk başlarda taziye ve dayanışma amaçlı iken daha sonra madenciliğin sorunlarını, çalışanların durumlarını ile aile yapılarını ve bölgenin sosyoekonomik yapısını incelemeye başladık. Bizim için Soma mikro ölçekte Türkiye’nin aynasıydı ve bu katliam da Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısının ve büyüme fetişizminin bir sonucuydu. O nedenle Soma’yı anlamak, aslında Türkiye’yi anlamak demekti. Bunun yanı sıra, katliamın ilk günlerinden beri her ziyaretimizde yerel inisiyatiflerle bir dayanışma ilişkisi geliştirmeye çalıştık.

Ancak dava süreci ile daha da açığa çıkan bir gerçek ise, gerek sendikal örgütlenme açısından gerekse siyasi örgütlenme açısından muhalefetin kelimenin tam anlamı ile sınıfta kalmış olduğuydu. Faciadan sonra 2000 yeni üye kazanan DİSK’in üye sayısı 700’lere geri düşmüştü. DİSK bölgede doğru dürüst bir örgütlenme çalışması yapmamış, işçiler katliamdan sonra tepkisel bir şekilde “sarı sendika” olarak bilinen Türkiye Maden-İş sendikasından istifa ederek kendi haklarını koruyacaklarına inandıkları DİSK’e bağlı “devrimci” Dev Maden-Sen’e üye olmuşlardı. Bu kaymada tepkiselliği örgütleyerek köy köy, kasaba kasaba dolaşıp işçileri Dev Maden-Sen’e üye olmaya ikna eden birkaç aktivist işçinin büyük etkisi olmuş. Ancak daha sonra gerek bir takım avantajlardan mahrum bırakılma, gerekse işten atma tehditleri ile Dev Maden-Sen’e üye olan işçilerin istifa ederek Türkiye Maden-İş’e döndükleri görülüyor. Bu süreçte DİSK adına örgütlenme yapan işçiler, fiziksel şiddete maruz kaldıklarında ve işten atıldıklarında arkalarında DİSK’İ bulamadıklarını vurguladılar. Belli ki işçi örgütlenmesi ve dayanışması seçim siyasetine endekslenmiş ve yüksek siyaset yapan DİSK’in gündeminde değil.

Başka bir iflas da HDP cephesinde yaşanıyor. Akhisar’da görülen Soma davasına HDP ciddi bir çıkartma yaptı, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, HDP Milletvekilleri Levent Tüzel, Ertuğrul Kürkçü ve Sabahat Tuncel davayı izlemeye geldiler. HDP heyetinde barış annelerinden bir grup da vardı, ancak ne yazık ki acılı madenci anneleri ile bir araya gelmeleri mümkün olmadı, ama yine de gelmeleri güzel bir jest oldu. Akhisar’da HDP’nin, büyük olasılıkla Kürt tarım işçilerine dayanan güçlü bir yerel örgütü olduğu görülüyordu. Madenci ölümlerinin en çok olduğu Soma, Kınık ve Bergama’da ise HDP’nin bir örgütlenmesi olmasa da Selahattin Demirtaş cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bu ilçelerde sırasıyla 1592, 1140 ve 2608 oy almış. Oran olarak Türkiye ortalamasının altında olsa da oldukça fazla sayıda seçmen tercihini HDP ve Selahattin Demirtaş’tan yana kullanmış. Ayrıca Soma’daki yerel aktivistlerin çoğu ya HDP’ye oy vereceklerini söylüyorlardı, ya da oylarını HDP’ye vermek üzere kolayca ikna edilecek gibi görünüyorlardı. Ancak buna rağmen HDP’nin havzada bir örgütlenme ve seçim çalışması bulunmadığını, yerel aktivistlerin HDP’nin Manisa milletvekili adaylarının adını bile bilmediklerini söylemem şaşırtıcı olmayacaktır. Buna rağmen yerel ile sıkı bağlar kuran ve Soma’lı madencilerin meclisteki sesi olmaya çaba gösteren CHP Manisa milletvekili ve yeni seçimde de ön seçimle birinci sıradan aday olan Özgür Özel, havzada tanınan ve sevilen bir şahsiyet olarak beliriyor.

Yüksek siyasetin ve sendika bürokrasisinin sefaletine rağmen yerel inisiyatifler özellikle şehit madenci aileleri ile dayanışmalarını kalıcı kılmayı ve onların haklarını aramalarına aracı olmayı başarmışlar. Burada özellikle ön plana çıkan Sosyal Haklar Derneği Soma Şubesi takdire şayan çalışmalar yapmış. Eski siyasi bağlarından kopan ya da uzaklaşan bir avuç aktivist ile aktivist birkaç işçi, açtıkları dernek lokalini Soma faciasında hayatını kaybeden maden işçilerinin aileleri ve her an işini kaybetme tehdidi altında bulunan ve bazıları da zaten işten çıkartılmış olan maden işçileri için bir çekim merkezi haline getirmeyi başarmış. Davanın başlayacağı günden bir önceki günün akşamı bir süre lokalde vakit geçirme ve insanlarla sohbet etme imkânı buldum. Ölen madencilerin eşleri ve çocukları, anaları, maden işçileri, öğretmenler, gençler, değişik kesimlerden pek çok insan gelip gitti. Pilavlar pişti, yemekler yendi, ertesi gün Akhisar’da mahkemede yapılacak eylemin hazırlıkları yapıldı. Dernek tek tek havzadaki köy ve kasabaları gezerek ölen maden işçilerinin ailelerine haklarını anlatmış ve dernek çatısı altında çalışan avukatlar ile aileleri buluşturan toplantılar organize etmiş. Dernekte faaliyet gösteren aktivistlerle işçi aileleri arasında bir güven ilişkisi oluşmuş ve ilerleyen süreçte işçi yakını kadınlar da dernek aktivisti haline gelmiş. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar gününde işçi yakını kadınların büyük katılım gösterdiği bir yürüyüş organize edilmiş. Aynı akşam Soma’da faaliyet gösterme iddiasında olan başka bir STK’yı Halk Evleri’nin Soma’da açtığı Madenci Evi’ni de ziyaret etmek istedik, ancak Sosyal Haklar Derneği’ndeki canlılıkla tam bir tezat teşkil edecek şekilde Madenci Evi kapalıydı ve lokalde kimsecikler yoktu.

O akşam başka bir madende çalışan ve daha önce yaptığımız saha ziyaretlerine bize madencilik dünyası ile ilgili değerli bilgiler aktaran ve paha biçilmez veriler sunan bazı mühendis arkadaşlar ile bir araya geldik. Koç Holding’e bağlı Demir Eksport ve Özyeğin Holding’e bağlı Fina Enerji Holding, Polyak Eynez Enerji’yi satın almış. Şirket Elmadere köyünde bir yeraltı madeni işletmek üzere galeri açıyormuş. Her iki şirket de “bir kaza gelir, holdingin adı beş paralık olur” diye güvenlik önlemlerine çok önem veriyormuş ve en ufak kaza dahi holding merkezlerine bildiriliyormuş. Ancak facianın meydana geldiği Eynez havzasının bir kısmını işleten İmbat Madencilik şirketi, aynı faciaya sebep olan Soma Kömürleri A.Ş. gibi ocaktan kapasitesinin çok üstünde kömür çıkartmaya devam ediyormuş. Burada meydana gelmesi olası bir “kazanın” çok daha büyük bir felakete yol açabileceği söyleniyor. Mühendis arkadaşların dile getirdiği bir husus da yargılanan 45 sanığın çoğu mühendis olan önemli bir kısmının aslında “zurnanın son deliği” olduğu ve herhangi bir inisiyatifleri bulunmadığı için sorumluluklarının da çok az olduğu ve bu dava nedeniyle mağduriyet yaşadıkları. Mühendislerin neden inisiyatif sahibi olamadıklarını sorunsallaştıracak ve inisiyatif sahibi olmaları için işyerlerindeki konumlarını güçlendirecek kurum olan mühendis odaları da ne yazık ki sahada değil. Mühendis Odalarının hem asıl suçluların devlet bürokrasisi ve şirket sahipleri olduğunu haykırarak sanık durumundaki meslektaşları ile dayanışmaları hem de çalışan meslektaşlarını güçlendirecek eğitim ve örgütlenme çalışmaları yapmaları beklenirdi.

Duruşma günü davanın görüleceği Akhisar’da büyük ölçüde Sosyal Haklar Derneği’nin örgütlediği bir yürüyüş oldu. Yürüyüşe faciada hayatını kaybeden madencilerin yakınları katıldı. Başörtülü teyzelerin ve bacıların “katil devlet hesap verecek” sloganını bu kadar candan atmaları, herhalde AKP iktidarının en görmek istemeyeceği manzara olsa gerek. Aileler alınmak istemedikleri dava salonuna polis barikatını aşarak girdiler. İçeride sanıkların Adalet Bakanlığı’nın talimatı ile videokonferans sistemiyle duruşmaya katılmasına “oğullarımızın, kocalarımızın katillerinin söyleyeceklerini gözlerimizin içine bakarak söylemelerini istiyoruz” diyerek güçlü bir şekilde itiraz ettiler. Avukatlar Bakanların soruşturma izni vermediği kamu görevlilerinin de yargılanması için talepte bulundular. Danıştay, faciadan önce ocakta inceleme yaparak “olumlu” yönde rapor hazırlayan ve katliama davetiye çıkaran müfettişler hakkında soruşturma izni vermeyen Çalışma Bakanı Faruk Çelik’in kararını kaldırmış. Sonuçta, ilk celsede mahkeme iki önemli karar aldı. Bunlardan birisi tutuklu sanıkların 15 Nisan'daki mahkemeye getirilmesi, diğeri ise bilirkişi raporunda olayın sorumluları arasında kamu görevlileri de olmasına rağmen, davada bu kişilere yer verilmemesi nedeniyle mahkeme kamu görevlilerinin soruşturulmasının akıbetinin ne olduğu konusunda Soma Cumhuriyet Başsavcılığına bir yazı gönderilecek olması.

Bu kararların alınmasında örgütlü halk baskısının etkisi olduğu muhakkak. Türkiye’de zaten hiçbir dava örgütlü bir takip olmadıkça gerçek suçluların bulunup cezalandırılması ile sonuçlanmıyor. O nedenle dava üzerinde bir kamuoyu takibini sürekli kılmak çok önemli. Kamu görevlileri eğer mahkemeye getirilip yargılanırsa kendilerine kazaya giden yolda yaptıklarının ardında siyasi iradenin bulunup bulunmadığı da mutlaka sorulmalı. Bu sorgulama bizi gerçek suçlulara götürecektir.

Ancak bu süreçten en fazla ders çıkarması gerekenler yüksek siyaset erbabı ve sivil toplum kuruluşları ile sendikalar. Türkiye’de pervasız büyüme fetişizmi bu kadar sorun ve bu kadar muhalefet potansiyeli biriktirirken bu fırsatları örgütlü bir muhalefete dönüştürememek de bir ölçüde suça ortak olmak demek.