Gerçekleri halktan pek fazla gizlemeyen, her zaman güllük gülistanlık tablolar çizmeyen iktisatçı köşe yazarlarından birisi, Milliyet’te yazan Güngör Uras’tır.

Geçenlerde yazdığı iki yazı [[dipnot1]] , merak ettiğim temel bir konuda beni aydınlattı. Türkiye’de çoğumuza garip gelen bir durum yaşanıyor: Bütçe göstergeleri –en azından ana-akım finans diliyle konuşursak– gayet iyi gidiyor. Türkiye çok düşük bir bütçe açığı veriyor, kamu borç stoku sürdürülebilir seviyede. Halbuki 90’lardaki sürekli düşük yoğunluklu savaş ortamında, savaş ekonomisinin sonucu olarak korkunç derecede yüksek bütçe açıkları vardı, devletin borçlanma gereksinmesi had safhadaydı ve dolayısıyla kamu borç stoku sürdürülemez bir durumdaydı. Zaten 2001 krizinin patlamasının başlıca sebebi buydu.

Bütçe verileri ve kamu borç stokunun oldukça iyi durumda olmasına rağmen, şimdi de “cari açık” dediğimiz, ülkeye döviz kazandıran ve döviz harcatan faaliyetler arasındaki fark (başka bir ifadeyle “döviz açığı”) çok yüksek boyutlarda. Buna bağlı olarak bankacılık kesimi dışındaki özel sektörün dış borcu giderek endişe verici boyutlara yükseliyor.

Güngör Uras’ın bu iki yazısı, bu tuhaflığı anlamama yardımcı oldu. Burada nasıl bir mekanizmanın devrede olduğunu kavramak önemli görünüyor.

Yüksek Tüketim, İthalat ve Cari Açık ile Düşük Bütçe Açığı ve Sürdürülebilir Kamu Borç Stoku Arasındaki İlişki

Geçenlerde Eylül ve Ekim aylarına ilişkin ekonomi verileri açıklandı. Önce bütçeye ilişkin verilerden başlayabiliriz. Ocak-Ekim 2011 döneminde bütçe gelirleri beklenenin üzerinde artıyor ve 243 milyar (eski parayla katrilyon) TL oluyor. Harcamalar ise bunun çok az üzerinde, 245 milyar TL civarında. Dolayısıyla bütçe açığı da şaşılacak ölçüde düşük bir düzeyde gerçekleşiyor: 1,7 milyar TL. Bütçe dengesi aynı zamanda kamu borç stoku açısından da belirleyici; çünkü düşük bütçe açığı, daha az borçlanma gereksinmesi yaratıyor.

2001 krizinden sonra IMF-Dünya Bankası’nın Türkiye’ye borçlarını ödeyebilmesini garanti altına almasını sağlamak için dayattığı bir uygulama var: Faiz dışı fazla. Yani hükümet gelirleri (esas olarak vergileri) artırıp harcamaları öyle bir noktaya kadar kısacak ki, faiz ödemeleri dışarıda bırakıldığında bütçe fazla verecek. 2000’li yıllarda bu trend hiç değişmedi ve Ocak-Ekim 2011 döneminde de bütçe 35 milyar TL faiz dışı fazla verdi. Faiz dışı fazla, faiz ve anapara ödemeleri için daha az borçlanma olanağı sağlıyor, dolayısıyla kamu borç stokunun fazla büyümemesine yol açıyor. Nitekim Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın her konuşmasında övgüyle dile getirdiği gibi Türkiye’nin kamu borcu –çoğu Avrupa ülkesinden radikal şekilde farklılık göstererek – milli gelirin (GSYH) yüzde 40’ı dolayında bulunuyor. Yani sürdürülebilir düzeyde.

Ocak-Ekim 2011 Bütçe Gerçekleşmeleri

(milyar TL)

Gelirler

243

Giderler

245

Açık

-2

Faiz Dışı Harcama

207

Faiz Dışı Fazla

+ 35

 

Eğer neo-liberal politikaların egemen olduğu günümüzde uluslararası sermaye hareketlerinden pay alarak “büyümek” istiyorsanız, bütçe dengeleriniz ve kamu borç stokunuz aynen böyle olmalı. Neden? Çünkü başta IMF ve kredi derecelendirme kuruluşları olmak üzere yabancı sermayeyi yönlendiren kurumlar bizim gibi ülkelere verdikleri borçların geri ödenmesini güvenceye kavuşturmak istiyorlar. Bunun için de devlet bütçelerinin büyük açıklar vermemesi, kamunun iç-dış borçlanma gereksinmesinin yüksek düzeylere çıkmaması gerekiyor. Yoksa bu borç yükü söz konusu ülkenin finans sistemi üzerinde artan bir baskı oluşturuyor ve 2001 benzeri büyük krizler meydana gelebiliyor.

Yüksek Sermaye Girişi –İyi Bütçe

2000’li yıllarda ABD’nin politik-diplomatik desteğini bir kenara koyarsak, Türkiye’ye yüksek sermaye girişinin ardında (ki bu sermaye akışı esas olarak kısa vadeli sıcak para ve orta-uzun vadeli banka kredilerinden oluşuyor) bu bütçe göstergeleri yatıyor.

Fakat elbette birçok muhalif iktisatçının belirttiği gibi, yüksek vergi toplama/düşük harcama yapmanın toplumsal bedeli ağır oldu. Özelleştirmeler yoluyla bütçedeki personel giderleri yükü hafifledi, ama yüz binlerce kamu emekçisinin önemli bir kısmı işsiz kaldı. Tarıma verilen toplam destekler o kadar düşük bir seviyeye çekildi ki neredeyse tarım çöktü; 2000’lerde yaklaşık 2,6 milyon kişi tarımdan koparak ucuz işgücü stokunu şişirmek üzere şehirlere göç etti. Fakat bu yazının konusu bu değil.

Bileşimi biraz değişse de, Ocak-Ekim 2011 döneminde de iyi bütçe göstergelerine bağlı yabancı sermaye girişi devam etti.

Eylül ayında Avrupa’daki kriz ağırlaşınca sıcak para denilen, borsaya ve devlet iç borçlanma senetlerine (Hazine bonosu ve tahvilleri) yatırım yapan kısa vadeli sermaye akışı tersine döndü. Portföy yatırımları alanında 3.24 milyar dolar ülkeyi terk etti.

Diğer yandan, Merkez Bankası döviz kurlarının yükselişini durdurmak için yoğun çaba gösterdi, milyarlarca dolar döviz sattı ve son olarak da bankalar arası borçlanma faizlerini yükseltti. Böylece hazine bonosu faizleri de yükseldi ve ucuz döviz-yüksek faiz politikasına kısmen geri dönülmüş oldu. Uzun lafın kısası, döviz kuru artışı sınırlı kaldı ve kredi kartları, patlama gösteren banka kredileri ve hâlâ nispeten ucuz kalan ithal ürünler sayesinde Eylül 2011’de tüketimdeki artış devam etti.

Ağırlıklı olarak ithalata dayalı tüketim, dış ticaret açığını Eylül’de 10,4 milyar dolara yükseltti. Buna bir de yukarıda bahsettiğim gibi borsa ve bonodan çıkış yapan 3,24 milyar dolar eklendi. Buna karşın, Türkiye 6,75 milyar dolarlık döviz açığını (cari açık), bu kez sıcak parayla olmasa da, bankalar ve özel sektörün yurtdışından kullandığı 7,46 milyar dolar krediyle finanse edebildi.

Özet olarak, Eylül ayında dövizle yapılan mal ticareti (ihracat/ithalat), hizmet alım-satımları ve diğer döviz gelirlerinin hepsi toplanıp çıkarıldığında oluşan 6,75 milyar dolarlık cari açık –üstelik finans piyasalarındaki 3,24 milyar doların ülkeyi terk etmesin karşın– 7,46 milyar dolarlık özel dış krediyle ve nereden geldiği belli olmayan (kaynağı belirsiz) 2,6 milyar dolarla finanse edildi.

Yaşasın Dolaylı Vergiler!

Yukarıda sıcak para veya kredi şeklindeki yabancı sermaye girişinin, bütçe “performansına” bağlı olduğunu belirtmiştim. Güngör Uras, bu ilişkinin tersinden de doğru olduğuna dikkat çekiyor ve önemli bir karşılıklı bağlantıya dikkat çekiyor. Gerçekten de Türkiye’ye yabancı sermaye girişi sürdükçe, tüketim ve ithalat patlaması yaşandıkça ve sonuçta cari açık rekor seviyelere çıktıkça, bütçe göstergeleri de düzeliyor ve bütçe açığı beklenenin aksine düşüyor.

Artık herkesin bildiği gibi, Türkiye ekonomisi istihdam ve gerçek bir katma değer artışına değil tüketim ve ithalata bağlı olarak büyüdüğü için vergi gelirlerinin de büyük bölümünü gelir ve kurumlar/şirketler vergisinden oluşmuyor. Doğrudan tüketimle ilgili KDV, ÖTV denilen dolaylı vergilerden oluşuyor.

Türkiye’de gelir ve kurumlar/şirketler vergisi toplam vergi gelirinin sadece yüzde 30’nu oluştururken, ÖTV, KDV gibi dolaylı vergiler yüzde 70’ini oluşturuyor.

Dolayısıyla, döviz kuru görece düşük kalıp nispeten ucuz ithalat devam ettikçe, buna bağlı olarak ithalat, dış ticaret açığı ve cari açık arttıkça ve insanlar kredi kartları, leblebi gibi dağıtılan konut ve tüketici kredileri sayesinde gelirlerinin üzerinde harcama yaptıkça, vergi gelirleri de artıyor. İlginç değil mi?

Ocak-Ekim 2011 Vergi Gelirlerindeki Artışlar

(% olarak)

Dolaylı Vergiler

Artış Oranları

İthalden Alınan KDV*

% 28

Dahilden Alınan  KDV

% 16

ÖTV

% 13

*Hariçten alınan KDV, ithal edilen mallar üzerinden (yabancı otomobiller gibi) alınan KDV, dahilde alınan KDV ise yurtiçi tüketim sırasında alınan KDV anlamına geliyor.

 

Böylece Türkiye ekonomisinde ilginç bir denge oluşuyor: Sağlam kaynaklara dayanmayan bir tüketim ve ithalatın yol açtığı cari açık sorunu, dışarıdan gelen yabancı sermaye hareketleriyle hallediliyor. Diğer yandan, bu kadar yüksek bir tüketim ve ithalat, dolaylı vergi gelirlerini sürekli arttırıyor ve bütçe dengeleri düzeliyor. Bunun sonucunda da uluslararası finans piyasaları Türkiye’de portföy yatırımları yapmakta ve özel sektöre borç vermekte bir sakınca görmüyor.

Özellikle Avrupa’da giderek ağırlaşan uluslararası kriz döneminde sizce bu denge sürdürülebilir mi?

Bu yazının ikinci bölümü: Türkiye Ekonomisi Ne Durumda - 2

Notlar:

[1] Bkz. “Döviz açığı fren tutmuyor istihdamda iyileşme durdu”,  Milliyet, 17.11.2011, http://ekonomi.milliyet.com.tr/doviz-acigi-fren-tutmuyor-istihdamda-iyilesme-durdu/ekonomi/ekonomiyazardetay/16.11.2011/1463373/default.htm;

“Bütçe açığında ‘küçüklük’ cari açıkta ‘büyüklük’ rekoru”, Milliyet, 17.11.2011, http://ekonomi.milliyet.com.tr/butce-aciginda-kucukluk-cari-acikta-buyukluk-rekoru/ekonomi/ekonomiyazardetay/17.11.2011/1463804/default.htm