İstanbul’da oldukça muhteşem bir şey oluyor. Ülke çapındaki “duran adam” eylemlerine ek olarak, il çapında değişik mahallelerde yavaş yavaş halk meclisleri oluşmaya başladı. İspanya, Yunanistan ve daha önceki İşgal kampları gibi, Türkiye’deki protestocular Erdoğan’ın otoriter neoliberal yönetimi tarafından sunulan sözde demokrasiye karşı kendi doğrudan demokrasi biçimlerini kurmaya başladılar. Bu, herhangi bir şüpheye yer bırakmayacak bir biçimde küresel mücadelelerin nasıl derinden birbiriyle bağlantılı olduğunu gösterir.
Devlet protestoculara, aktivistlere ve twitter kullanıcılarına karşı zalim bir cadı avı başlattığında, binlerce insan kamusal alanlarda sakin bir biçimde toplanmaya başladı. Oscar ten Houten’in İstanbul’dan bildirdiği üzere, günlerdir sürdürülen Abbasağa’daki Beşiktaş forumu, Salı akşamı katılımcı sayısını üçe katladı ve İstanbul’da yapılan on halk forumunun ve İzmir’deki bir forumun toplam katılımcı sayısından daha fazla katılımcıya ulaştı. Oscar’ın (2011’de Madrid Puerta del Sol işgalinde yazmaya başladığı) önemli blogunda yazdığı gibi:
Bu toplantıların Taksim Dayanışması’yla artık hiçbir alakası yoktur. Haklarının, özgürlüklerinin, tarihlerinin, inanç ve geleneklerinin Erdoğan tarafından yok sayılmasından bıkmış olan Türkiye vatandaşlarının kendiliğinden oluşturdukları inisiyatiflerdir. … Kadıköy’e vardık ve gerçekten de gözlerime inanamadım. Abartısız iki binin üzerinde insan hükümetin Gezi çıkarmasından dolayı duydukları kızgınlığı belirtmek ve daha iyi bir Türkiye için umutlarını paylaşmak amacıyla yeşillikte toplanmıştı. Her yerde olduğu gibi, bütün ırk ve mezheplerden, nüfusun her kesiminden insan vardı.
İlginç bir şekilde, Türkiye’deki halk forumlarının katılımcıları, İspanya’daki gerçek demokrasi protestolarından esinlenilen bazı metotları, indignados ile aynı el işaretlerini kullanıyorlar. O halde bu olanlar, Türkiye ayaklanmasında daha ilk günlerden beri var olan “ayağa kalktık” fikrini açığa vuruyor ve birçok Türkiye aktivistinin daha ilk baştan beri ileri sürdükleri iddiayı onaylıyor: Bu hareket, sadece yerel veya ulusal bir protesto değil, doğası bozulmuş temsili kapitalist demokrasiye karşı, gerçek bir demokrasi ile genel bir özgürlük için sürdürülen küresel bir direnişin parçasıdır.
O zaman, gerçek demokrasi nedir? Görünen o ki, değişik insanlar bu fikri (ve ideali) farklı yorumlayacaklar, bu yüzden bu karmaşık soruya dosdoğru bir cevap vermek zordur. Ancak, ne olmadığını tanımlamak çok basittir. Demokrasi, halkın kendi kendini yönetimi demektir. Sonuç olarak, kurumsal çıkarlar ve dinsel kuruntular hükümete hakim olmaya başlarsa bu demokrasi olmaz. Aslında, seçilen politikacıların küçük bir elit kesimi, halk adına konuşmak için seçildiyse, bu halkın yönetimi değil, ama temsil edilmesidir.
Dünya çapındaki doğrudan demokrasi denemeleri – halk forumları, merkezsiz karşılıklı yardım ağları, tematik çalışma grupları biçiminde yatay öz-örgütleme şeklinde –başka bir dünyanın neye benzeyeceği hakkında bir bakış sağladı. Tabii ki bu, protestocuların elinde ideal devrimci toplumun ayrıntılı tasarımı var demek değildir; ama onlar, hiyerarşik ve merkeziyetçi bir lider olmaksızın geniş insan topluluklarının kendilerini nasıl örgütleyeceklerini gösteren değişik modelleri aktif bir şekilde test ediyor ve deniyorlar.
Geçen yıl, Atina’da ilk ROAR belgeselimizi - Utopia on the Horizon - çekerken, 90 yaşındaki, şu an radikal sol koalisyonunda milletvekilliği yapan İkinci Dünya Savaşı’nın direniş kahramanı Manolis Glezos ile röportaj yaptık. Nakşa Adası’nda bir köyün belediye başkanı iken doğrudan demokrasiyi deneyimlemiş. Glezos, halk güçleri tarafından denetlenen bir parlamentonun akitivistlere yardımcı olabileceğine hala inansa da, halk devrimlerinin, insanların kendilerini en alttan başlayarak örgütlemeden ilerleyemeyeceğini savunuyor.
Peki ya Syntagma Meydanı’ndaki, Puerta del Sol ve Zuccoti Parkı’ndaki halk forumları? Onlar gerçek demokrasi değil miydi? Bunları Glezos’a sorduğumuzda, yüzünde müstehzi bir tebessümle bize baktı ve -bizi şaşırtarak- şöyle dedi: “Hayır. Bu demokrasi değildir. Birkaç bin kişi nasıl olur da toplanıp o bölgede yaşayan milyonlar hakkında konuşabilir? Bu demokrasi değil – bu bir demokrasi dersi. Eğer bu hareket sürdürülmek isteniyorsa, bu doğrudan demokrasi modelleri mahallelere ve işyerlerine yayılmalıdır. İşte o zaman gerçekten demokratik bir toplumun oluşumunu görmeye başlayacağız.”
Başka bir deyişle, Glezos’un söylediği şey, doğrudan demokrasinin işlemesi için forumların radikalleşmesinin ve işçilerin öz-yönetimi şeklinde işyerlerine uzanmasının gerekli olduğudur; Yunanistan’da Vio.Me fabrikasında olduğu gibi. Tabii ki, bunların hiçbiri kapitalist devleti devirmek için yeterli değildir: ama insanların farklı karar alma biçimleriyle, farklı üretim biçimleriyle ve farklı varoluş, düşünüş ve etkileşim biçimleriyle ilişkilenmelerine yardımcı olacak bir başlangıç noktasıdır. Kısaca bu, zamanı geldiğinde kapitalist devletin baskıcı kurumlarının yerine koyabileceğimiz bir öz-örgütlemenin toplumsal temellerinin kurulmasıdır.
Fakat belirtmemiz gereken bir nokta daha var. Meydanlardaki doğrudan demokrasi, kapitalist sistemi devirmek için kimi uzak devrimleri beklemeyeceğimizi de söylemektedir. Bu günlerde, evrensel bir hümanist trajedi, ekolojik bir felaket ve derin bir toplumsal ve politik kriz yaşıyoruz. Şimdi, harekete geçmek zorundayız. Kurumsal elitlerin bunu bizim için yapacaklarına güvenemeyiz. Politik temsilcilere bu süreci ileri taşımaları için güvenemeyiz. Güvenebileceğimiz tek kişi kendimiziz. Biz, halk, bu devrimi sürdürmek zorundayız. Şu andan başlayarak.
Yine de, daha mütevazı bir seviyede – ama belki de her şeyden önemlisi– doğrudan demokrasiyi putlaştırmamak için dikkatli olmalıyız. En nihayetinde, forum çok basit bir fenomendir: Seslerini duyurabilmek ve hayatları hakkında bir şeyler söylemek isteyen sıradan insanlara ilişkin bir oluşumdur. Forumlar, senelerce susturulanların onurluca ayağa kalkmalarına ve fikirlerini beyan etmelerine – ve duyulmalarına - olanak sağlamanın bir yoludur. Forumlar, ortak insanlık duygumuzu kapitalist devletin temsiliyet içermeyen kurumlarından ve açgözlü pençelerinden kurtarmak içindir.
Böyle olunca da, forumlar toplumsal ilişkilenme ve politik katılımların en güzel ve önemli biçimini oluşturuyor. Gelecekte, belki de nüfusun daha geniş bir kesimini kapsayacak kadar yaygınlaştırılacaklardır. Ama coşkunun şu anlarında bile, insanların yaşadıkları ve çalıştıkları yerlerde sorunlarıyla kendilerinin ilgilendiklerini ve doğrudan demokrasiyi uyguladıklarını gördüğümüzde, gerçekçi davranmamız gerekiyor: Bu daha başlangıç. Kapitalist devlet yaşıyor ve kendi paralel toplumumuzu oluşturmamız yeterli değil. Öz-örgütlenmemizi geliştirmeliyiz ve daha sonra giderek bütün toplumu kapsamak üzere özerklik isteğimizi yaygınlaştırmalıyız.
Neyse ki, böyle radikal isteklerin sadece boş hayal olmadığı yolunda umudumuz var. Bu lidersiz hareketin, Türkiye devleti tarafından salınan şiddetli otorite akımını boşa çıkardığı görülürken, günden güne umutsuzlaşan hükümet direnişte bulunanları ya da “provakatif” Tweetleri yayanları gelişigüzel gözaltına alarak ve hatta askeri devreye sokmakla tehdit ederek baskıyı giderek artırıyor. Oscar’ın belirttiği gibi: “Yetkililer hala ne olduğunu anlamıyorlar. Liderler, saf dışı edilecek veya rüşvet teklif edilecek kişiler arıyorlar. Ama böyle birileri yok. Biz bir örgüt değiliz, dünya çapında bir birliğiz. Biz, değişen zamanın eşiğindeki halkız.”