Türkiye’nin yeni Ortadoğu politikasının saikleri

Türkiye’nin Suriye politikası, ABD ile diğer Batılı güçler tarafından Arap Baharı’nın çıkmaza sokulması ve “kriminalize” edilmesinin ışığında şekillendi. Esad rejiminin sert bastırma yöntemleri, dış güçlerin muhalifleri silahlandırmasıyla birleşince, başlangıçta sivil yönü ağır basan Suriye’deki halk isyanı yerini tam bir kaosa bıraktı. Zaten Batı bloğunun hedefi bununla sınırlıydı: Suriye’nin, bölgede etkin bir politik aktör olmasını imkânsızlaştıracak şekilde kaosa sokulması amaçlanmıştı.

Diğer yandan, Irak’ta Şii seçkinlerin çıkarını koruyan ve Sünnileri iktidar mekanizmalarından dışlayan merkezi El Maliki yönetimi, Amerikan işgalinden sonra sürekli yinelenen Sünni ayaklanmalarını yeni bir boyuta taşıdı. ABD işgali öncesinde Irak’ı uzun yıllar yönetmiş olan Sünnilerin kitlesel hoşnutsuzluğu, Sünni Selefi akımların taban kazanmasına son derece elverişli bir ortam yarattı.

Şii seçkinlerin Irak üzerinde tam bir denetim kurmak istemesi, Bölgesel Kürt Yönetimi’yle (BKY) petrol geliri paylaşımı ve Kerkük sorununun bir türlü çözülmemesine yol açtı. Bu durum, Irak Kürtlerini bağımsızlık arayışına itti.

Artık gerek Suriye gerekse Irak fiilen parçalanmış durumdaydı. Böylece Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye gibi bölge güçleri, her iki ülkedeki geniş Sünni bölgeleri ve buralardaki petrol kaynakları üzerinde planlar yapmaya başladılar. Bu güçlerden ikisinin stratejisi farklılık gösteriyordu: Suudi Arabistan ve Katar –Müslüman Kardeşler’in desteklenmesiyle ilgili çıkar çatışmaları bir yana– Irak’ta Şiilerin güçlenmesiyle ortaya çıkan İran/Şii hegemonyasını kırmayı amaçlıyordu. Bilindiği gibi, Suudi Arabistan ve petrol zengini diğer Körfez ülkelerinde azımsanmayacak bir Şii nüfus yaşıyor (Katar % 10; BAE % 15; Bahreyn % 70; Kuveyt % 36 ve Suudi Arabistan % 11). Üstelik söz konusu ülkelerin bazılarında, Şii nüfusun yoğun olduğu bölgelerle petrol alanları çakışıyor. Bu rejimlerin son derece yapay temellere dayandığını ve ABD’nin yoğun askeri-politik desteği olmadan İran-Şii rekabeti karşısında ayakta kalmalarının hayli zor olduğunu biliyoruz.  

Türkiye’nin Sünni koalisyona katılmasının altında bana göre daha pragmatik nedenler yatıyordu. 2000’lerin ortalarında AB tam üyelik müzakerelerinin sonuçsuz kalacağının belli olması (Almanya-Fransa’nın “özel statülü ortak” önerisini hatırlayın) ve 2008 Dünya ekonomik krizi, dış politikada gerçek bir “eksen kayması” yarattı. Türkiye’nin, daha önce başlıca ekonomik partneri olan Avrupa dışında başka ülkelere ihracat yapması ve başka ülkelerden kayıt içi/kayıt dışı döviz girişi sağlaması gerekiyordu.  

Ortadoğu’da siyasi hegemonya ve ekonomik getiri ilişkileri başka parametrelere göre işliyor. Batı ülkeleri ve Doğu Asya pazarlarında olduğu gibi hem ucuz hem de belli bir kalitede ürünler üretmeniz, rekabet etmeniz gerekmiyor.  Örneğin, işgal sonrası Irak’ta Sünni ve Şii dini-siyasi güç odakları ve aşiretler kendi bölgelerinde “savaş ağaları”na dönüşmüş durumdalar. O bölgedeki doğal kaynaklar, rafineriler ve ticaret ağları üzerinden büyük rantlar sağlıyorlar. Örnek vermek gerekirse, Irak’ta üretilen petrolün 1/3’ü kaçak yollardan ülke dışına çıkarılıyor. Irak toplumunun kaynaklarını bu şekilde yağmalayan “savaş ağaları”, aynı zamanda bölge güçlerinin yerel bayileri gibi çalışıyor. Devlet aygıtını ele geçiren Şii bürokratlar ihaleleri İran’a veriyor, böylece kaynakların İran’a akmasını sağlıyorlar.[i]

Türkiye, Ortadoğu’ya yeniden kapsamlı bir müdahaleye gücü yetmeyen “gerileyen hegemonik güç” ABD’nin yarattığı boşluktan da fayda sağlamaya çalıştı. Irak’ta Sünni güç odaklarını, Suriye’de ise Mısır’a göre oldukça zayıf durumdaki Müslüman Kardeşleri ve sonradan El Nusra, İŞİD gibi selefi grupları destekleyerek yağmaya ortak olmaya çalıştı. Özellikle Suriye’deki öncelikli amacı, desteklediği güçlerin iktidara gelmesi, böylece Suriye’nin siyasi ve ekonomik nüfuz alanına dönüşmesiydi.

Böylece yeni gelişen muhafazakâr sermaye Suriye ve Irak’ın Sünni bölgelerinin yeniden inşasında büyük ihaleler alabilirdi. Belki de daha önemlisi, Ortadoğu’nun hayli gelişkin yeraltı ekonomisi kanalıyla Türkiye’ye yüklü miktarda dolar (ve petro-dolar) akabilirdi.  

YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ

[i] Irak halkının kaynaklarının savaş ağaları, aşiret liderleri, dinsel gruplar ve işadamları tarafından yağmalanması konusunda gayet somut bilgilere yer veren şu makaleyi öneririm: “Making Big Money on Iraq”, Pete Moore, http://www.merip.org/mer/mer252/making-big-money-iraq