Dün gece üyesi olduğum mail gruplarından birkaçına “Tacizi İfşa Ediyoruz, Suça Ortak Olmuyoruz!” başlıklı bir yazı iletildi. Boğaziçili Feministler imzasıyla facebook ve çeşitli mail gruplarında hızlıca dolaşıma sokulan yazı Boğaziçi Üniversitesi içinde yaşanan bir taciz suçlamasını gündeme getiriyor ve herkesi taciz konusunda dayanışmaya ve tacizciye karşı tavır almaya çağırıyordu. Söz konusu temel bir kadın hakkı ihlali cinsel taciz olunca benzer konularla daha önce karşılaşmış feminist bir kadın olarak bu çağrıya yanıt vermek amacıyla metni ilgiyle ve sürece nasıl katkı sunabileceğimi düşünerek okudum. Metinde getirilen açıklamalarda belirsiz kalan bazı noktalar dikkatimi çekerken Facebook üzerinden yaygınlaştığında metnin altına çeşitli yorumlar da gelmeye başlamıştı. Bu yazıyla, taciz deşifrasyonu yapan ve bir çağrıda bulunan metne ve konu kamuoyuna açıldığında yöneltilen tepkilere, geliştirilebilecek kurumsal politikalara ve taciz karşısında feminist sorumluluğa dair görüşlerimi ifade etmeye çalışacağım.

“Tacizi İfşa Ediyoruz, Suça Ortak Olmuyoruz!” açıklaması, BÜ’den mezun olduktan sonra üniversitedeki görevine akademisyen olarak devam eden Serdar Metin’in yaş, akademik statü, toplumsal cinsiyet, cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimden kaynaklı hiyerarşik konumundan faydalanarak bir LGBT arkadaşı taciz ve istismar ettiğini ve bu arkadaşa psikolojik ve sözlü şiddet uyguladığını deşifre ediyor. Bunun yanında eşitsiz konumunu kullanarak uyguladığı baskının, tacize maruz kalan kişinin çevresi ve arkadaşlarıyla ilişkilerini dahi yönlendirecek düzeye geldiğini belirtiyor. Bir taciz vakası gündeme geldiğinde öncelikle şikâyete konu olan olguların kadını deşifre etmeyecek bir şekilde açığa çıkarılabileceğini düşünüyorum. Taciz olayının ne olduğu, ne yaşandığı, hangi kurum ve kişilerin konuyu nasıl ele aldığı spekülasyona ve kadını rencide edecek magazinel bir ortama izin verilmeden paylaşılabilir. Büyük ihtimalle tacizi yaşayanı rencide etmemek için olayın bazı ayrıntılarına girilmesi tercih edilmemiş diye düşünüyorum.

Konu öğrenildikten sonra bir duyarlılık geliştirilmiş, tacizle suçlanan kişiyle de görüşme yapılmış ve yaptığının taciz ve istismar olduğu anlatılmaya çalışılmış. Metinde belirtildiği üzere SM suçlamayı kabul etmemiş, tabiri caizse üste çıkmaya çalışmış ve akademi içindeki konumunu baskı mekanizmasına dönüştürmüş. Bir taciz suçlaması karşısında erkeğin kadın beyanını esas almayarak, suçlamayı reddetmeye girişmesi, karşı tarafı suçlamaya yönelmesi tanıdık bir durum. Bu vaka özelinde SM’nin suçlamayı kabul etmemenin dışında nasıl saldırgan bir tavır geliştirdiğine telaffuz ettiği birkaç kelime dışında metinde yer verilmiyor. Açıklamada eğitimci konumu üzerinden SM’nin akademi içinde nasıl baskı ortamı kurduğu bu durumun taciz şikâyetini dile getiren kişinin gerek duygusal gerek eğitim yaşamını nasıl etkilediğinden bahsedilmiyor. Bu bilgi eksikliğiyle konudan haberdar edilmek istenen üniversite içindeki öğrencilerin, akademisyenlerin, okul görevlilerinin sürece nasıl müdahil olabileceği konusunda bir yönlendirme yapılmıyor. Ancak tabii ki olayı bu açıklamayla duyanların konuyu bundan sonra gündeme getirmesi, kadın ve öğrenci haklarını koruyan bir tavır alması bu duruma engel değil.

Metinde dikkatimi çeken, belirsiz kaldığını ve ciddi bir açıklama getirilmesini düşündüğüm diğer bir konu ise üniversite yönetiminin tavrına yönelik bölüm olacak.

Metnin sonuna doğru

“…Tacizin üzerimizde yarattığı etkiler görmezden geliniyor, önemsenmiyor ve tacizci, el birliğiyle korunmaya çalışılıyor. Erkek egemen ve heteroseksist sistemin kadınlara ve LGBT bireylere yönelik baskı organları olarak işlettiği yargı sistemi, emniyet güçleri ve üniversite yönetimi, taciz, cinsel taciz, cinsel şiddet, istismar, tecavüz vakalarında taciz edilen kişiye bu travmayı tekrar yaşatıyor ve tacizciyi koruyor. Tacize uğrayan kadınların ve LGBT bireylerin mevcut hukuk yapıları içerisinde adalet arayışları çoğu zaman sonuçsuz kalıyor. Bu yüzden, elimizdeki en güçlü yolu kullanıyoruz: Taciz, istismar ve şiddeti ifşa ediyoruz…” denerek bir genellemeye gidilmiş. Bu genelleme içinde üniversite yönetiminin konuyu görmezden geldiği, tacizciyi elbirliği ile koruduğu, tacize maruz kalana travmayı defalarca yaşattığı ve adalet arayışlarını yanıtsız bıraktığı dolaylı yolla ifade ediliyor ve üniversite yönetimi muğlak bir biçimde suçlanıyor. Haliyle akla şu sorular silsilesi geliyor:

Taciz şikâyeti üniversite yönetimine ve üniversitenin ilgili disiplin birimlerine taşınmış mı? Taşındıysa akademi ne yapmış, bu şikâyeti önemsemiş ve konuyu gündeme almış mı? Gündeme aldıysa gerekli destek ve yönlendirmeyi yapmamış, taciz şikayetinde bulunan kişiye olayları travma yaşatacak, onu rencide edecek şekilde mi anlattırmış? Sonrasında konuyu takipsiz mi bırakmış ya da nasıl bir karar almış? Yazılı bir karar var mı, süreç devam mı ediyor? Akademi tacizciyi el birliği ile nasıl korumaya çalışmış? Bunu hangi mekanizmalarda yapmış? Hangi akademisyenler buna ortak olmuş? Hak arayışları nasıl sonuçsuz kalmış? Akademinin tavrını anlayabilmek için listesi uzatılabilecek bu soruların net olarak yanıtlanması gerektiğini düşünüyorum.

Metinde somut veri eksikliğinin yarattığı boşluk yoğun bir feminist jargonla doldurulmaya çalışılıyor. Diğer yandan bu bölümün genellemelere dayalı belirsizliklerle bırakılması şunun gibi soruları da akla getirebiliyor: Taciz şikâyeti üniversite yönetimine ve üniversitenin ilgili disiplin birimlerine yoksa hiç taşınmamış mı? Zaten üniversiteler, resmi kurumlar böyledir, hep tacizciyi korur, şikâyet edersek sonuç alamayız m denilmiş? Akademi içinde herkesi aynı en kötü kefeye koymak yerine her gün ders alınan saygınlığı olan eğitimcilerden destek talep edilmesi düşünülmemiş mi? Akademiye güvenilmiyorsa TCK’ya başvurulmuş mu? Yoksa zaten oradaki sonuçları da biliyoruz kadınları değil tecavüzcüleri koruyor, böyle yüzlerce vaka var düşüncesiyle başvuru yapılmamış mı? Resmi hiçbir makama güvenilmiyorsa kampüs içinde alternatif hukuk mekanizmaları geliştirilmeye çalışılmış mı? Bu çağrıya olumlu yanıt veren olmamış mı?... Bunun gibi yüzlerce spekülatif soru üretilebilir.

İyimser bir yaklaşımla akademinin hukuki sürece, sorunun çözümüne bu açıklama sonrasında dahil olması bekleniyor diye düşünülebilirdi. Ancak taciz, istismar ve şiddeti ifşa eden metin akademinin kurumsal sorumluluğunu yerine getirmesine değil herkesi Serdar Metin’e karşı konum almaya ve onu tecrit etmeye çağırıyor. Bu noktada olayın seyrinin değiştiğini ve metnin dayanışma çağrısının dışına çıktığını düşünüyorum.Çünkü açıklamayı yapanlar kendi içinde bir yargıya varıp hukuki bir karar alıyor ve herkesin bu tecrit kararına uymasını bekliyor. Bu aşamada Boğaziçili Feministler, tacize yönelik feminist yaklaşımlar ve yaptırımlar üzerine tartışılması elzem olan net bir tavır ortaya koyuyor: Tacizciyi koruduğu dolaylı olarak söylenen üniversite yönetimine sorumlulukları hatırlatılmıyor; akademik, eğitimci sorumluluğa çağrı yapılmıyor. Tacizle suçlanan kişiden kendisini savunması, kamuoyu önünde hakkındaki suçlamalara açıklık getirmesi istenmiyor. Oysa kadın beyanı esas alınırken yapılması istenen kadının olayı defalarca anlatıp ispat getirmesi yerine tacizle suçlanan kişinin konuyu açıklaması, suçsuzluğunu ispat etmeye çalışmasıdır. Dolayısıyla tecrit çağrısıyla kadın beyanının esaslığıyla birlikte kişinin savunma hakkının da ihlal edildiği söylenebilir. Eşzamanlı olarak bu meseleyi ele alabilecek alternatif bir platform yaratılmasına, bu platformun meşruiyetinin olası tacizciye kabul ettirilmesine de çalışılmıyor. Hukuki bir sürecin işletilmesine çağrı yapmak yerine olayları kendi düşünce süreçleriyle açıklayarak suçlunun akademinin ve çeşitli ilişki ağlarının dışına atılması, aforoz edilmesi talep ediliyor ve herkesin buna uyması isteniyor. Bu noktada tartışma farklı bir zemine kayıyor. Ve maalesef taciz gibi son derece ciddi bir suçlamayı gölgede bırakabilecek kadar kırılgan bir zemin oluşturuyor.

Bu metinde ne yazık ki ben öyle diyorsam kararıma uyun narsizmi kendini gösteriyor. Feminizmin, kadın haklarını korurken suçun nasıl ortadan kaldırılabileceğine, ağır bir psikopatlık durumu yoksa suçlunun nasıl feminist düşünceye kazandırılabileceğine dair politika üretmesi gerektiğini ve cinsiyetçiliğe karşı toplumsal dönüşümde devrimci sorumluluğu olduğunu düşünenlerdenim. Yukarıda da bahsettiğim gibi metnin Facebook’ta ve mail gruplarında yayıldığı kısa süre zarfında çeşitli tepkiler verildi. Bir yandan Boğaziçili Feministleri açıklamalarından dolayı tebrik edenler, like edip açıklamayı wall’unda paylaşanlar oldu. Diğer yandan açıklamada taciz suçunu ispat edecek bir kanıt olmadığı, bu şekilde bir karalama kampanyası yürütüldüğü yönünde tepkiler de dile getirilip, tacizi deşifre etmeye çalışanlar suçlu pozisyona itilebiliyor. Konuyu duyanlar Facebook’un uçucu ortamında like edip geçecek mi, kesin karalama var diye inanmamayı sürdürecek mi? Tatil öncesi bir fikir beyan edip yazın kavurucu sıcaklarında serinlemeye gitmek mi tercih edilecek? Herbiri konuyu umursamazlığın, araştırmacı bir ciddiyetle ele almama eğilimin bir göstergesi olur. Bu noktada bu çağrıyı duyanların ve çağrıyı yapan Boğaziçili Feministlerin konuyu dert ederek vereceği yanıt oldukça önemli bir yerde duruyor. Tecrit çağrısına mı sahip çıkılacak yoksa konunun aydınlatılmasına ve kadın haklarından yana çözüme kavuşmasına yönelik bir çaba mı gösterilecek?

Kısacası Boğaziçili Feministlerin açıklamalarında belirttikleri gibi taciz heteroseksist-patriyarkal sistem içinde kadınlara ve LGBTT bireylere çok farklı biçimlerde sistematik olarak yönelen bir suçtur. İhtiyaç olansa tecride çağıran bir yaklaşım değil olayları araştırmacı bir ciddiyetle ele alacak, olguları ortaya koyarak belirsizlikleri gidermeye çalışacak, suçlananın savunma hakkını da gözeterek sorunu kadın, LGBT ve insan haklarından yana çözüme ulaştırabilecek, mağduriyetlere izin vermeyecek bir akademik ortamın yaratılmasına katkı sunabilecek bir feminist inisiyatiftir.

Son olarak, metni kaleme alan, sürece dahil olan kişi ve kurumlardan gelecek yeni bilgi ve değerlendirmelere göre görüşlerimi paylaşmaya devam edeceğimi belirtmek isterim.